Ömrümün yaprakları solmaya başladı. Belki iş güç, hayat koşturmacası! Yürek dolusu sevinçler; iç burkan, kahreden üzüntüler… Hepsi fırtına gibiydi. Şimdi yüreğimde meltemler esiyor. Meltemi bilirsiniz; akşam, gün batımına yakın, hafif hafif başlar, sonra yavaş yavaş hızını artırır, gün batımından bir süre sonra yine yavaş yavaş gücünü tüketir. Denizden yüklediği yosun kokularını dağlara taşır. Sabah gün doğumuna kadar kendini hissettirmez. Gün doğumundan hemen önce, bu kez geldiği yönün tersine, yine yavaştan başlar. Hızlanır. Dağlardan aldığı çam ve kekik kokularını denizin üstüne dağıtır. Sıcak yaz günlerini serinletir. Kokusuz yaz akşamlarına parfümlerini boşaltır. Böyle bir hayatım varken, internetin başında Devlet Opera ve Balesi’nin sayfasına gözüm takıldı. Neden olmasındı? Üniversiteyi bitirmiştim, ancak hiç bale seyretmemiştim! “Guguk Kuşu” adı da ilginç geldi. İnternet sayfasında oyunla ilgili fazlaca bir bilgi yoktu. Sıkıcı da olsa, iki saat değil mi? Dayanırdım. Oyunun yönetmeni İlham Yazar,

“Türlü kurallarla ve baskılarla insanları bir koyun sürüsü gibi görüp onları kişiliksizleştirmeye çalışan sistem ve bunun temsilcileri ile birey olmaya çalışan insanların çatışması”

diye tanımlıyordu oyunu. Oyunu seyrederken dalmışım. Ne kadar da benziyordu hayatımıza. Sabah kahvaltı ,iş, öğle yemeği, iş akşam aynı yoldan aynı trafik keşmekeşi içinde eve gel, akşam yemeği, afyonlanmak üzere televizyon başına buyrun. Afyonun etkisi ile uyuşan, belki de rahatlayan beyinler ve yatağa. Aylığını alınca ufak bir tartışma. Acaba maaşı Sabancıya’mı (Carrefour), yoksa Koç’a mı (Migros) versem… Bu arada az önce yediğim kazandibi de midemde isyana yol açmıştı.Tuvalete gitmeli idim.Midem bile bu oyunu izlememe engel olmak istiyordu. Belki bana “Kalk git, sen meltem rüzgârları ile serinle, burası sana göre değil!” diyordu. Ancak, vücutlarını bir kelebek kadar hafif, ama bir panter kadar güçlü kullanabilen bu insanların daha anlatacak şeyleri olmalıydı? Sahnedeki insanlar bütün kaslarını bu kadar özenle ve uyumlu kullanabildiklerine göre, ben de hiç olmazsa mideme sahip olmalı, onu bastırabilmeliydim. Oyunda hastalar, sistem ve iktidarın kuşatmasını kırmak için oylama yapıyorlardı. “Hayır” demeleri yeterliydi. Ancak bunu diyecek gücü kendilerinde bulamadılar. Hastalar kendilerinin tedavi edildiğini, iyileştiklerini sanarken, zincirsiz bir köle olacaklardır. “Hayır” deme gücüne erişemeyeceğini, en azından şimdi bu kararı veremeyeceğini hissederler. Ancak şimdi verilecek bu karar sonsuza kadar sürer. Çünkü şu anda zamanı değildir, şu anda kendinde o gücü bulamaz. İşte iktidar da bunu işler, güçsüzlüğünü vurgular. Böylece iktidara boyun eğer. Yönetmenin deyimi ile “sebze” gibi yaşamaya devam eder. Hayır, daha fazla dayanamayacağım. Midem çok kötü. Alnımdan terler akmaya başladı. Sırtım sırılsıklam oldu. “Şimdi” derhal çıkmalıydım. Koltukta kıvranıyordum. Ben oyunu seyretmek istiyordum oysa vücudum buna engel oluyordu. Derhal salonu terk etmem gerektiğini söylüyordu. Vücudum beynime uymalıydı. “Hayır” demeyi bilmeliydim. Sahnedekiler hem kendi vücutlarını hem de birbirlerinin vücutlarını olağanüstü kullanıyorlardı. Çoğu hareketlerde yerçekimi yasası işlemiyordu sanki. “Kelebek gibi” derler ya… Evet kelimenin tüm anlamına uygun şekilde kelebek gibi uçuyorlardı. Ortak hareketler ise, bilgisayarda yapılan copy paste gibi kusursuz benzerlikte idi. Finalde oyunun kahramanı, sistemi temsil eden hemşirenin boğazına yapışır ve perde kapanır. Midem rahatlamışdı. Evet yenmiştim. En azından oyunu bitirebilmiştim.Yarı dolu salondaki seyircilerle birlikte beğeni ile alkışladım. Belki de herkesten fazla ben alkışladım. Ülke olarak, oyun kahramanın çektiği acıları da yaşayarak, sistemin boğazına yapışmayı birkaç kez denemiştik. Ama “sebze” olmaktan yine de kurtulamadık demek normal midir? Yoksa “sebze”lerin de yaşama hakkı vardır demeli mi? Guguk kuşu aslında yumurtalarını ispinoz kuşunun yaptığı yuvaya koyarmış. Kendine ait olmayan bu yuvada büyürmüş. İnsanoğlunun da guguk kuşları gibi içlerinde doğdukları ama kendilerine ait olmayan, daha önce kurulmuş sisteme karşı direnç göstermesi normal midir? Yazara sorarsınız, buna en az guguk kuşu kadar hakları var.

 

Bu yazı Anafilya dergisinin 2007 yılı Nisan ayı 70. sayısında yayımlanmıştır. http://www.anafilya.org/go.php?go=7d744602c0c5e

CategoryGenel

© 2016 Av. Ömer Günay

Avukat ÖMER GÜNAY

+90 536 892 51 45

omerguna@hotmail.com

Kızılay Mah. Necatibey Cad. 19/1 Çankaya - ANKARA