SÜRDÜRÜLEBİLİR MADENCİLİĞİN ELEŞTİRİSİ (CRITICISM OF SUSTAINABLE MINING)
ÖZET
Kalkınma kavramı günümüzde çok kullanılmaktadır. Kavram, daha çok iyiyi ve güzeli çağrıştırmaktadır. Önceleri sadece kalkınma kavramı varken, şimdilerde sürdürülebilir kalkınma kavramı daha güncel hali ile karşımıza çıkmaktadır. Bu kavramın madenciliğe uyarlanması da sürdürülebilir madencilik olarak nitelendirilmektedir. Bu yazı da, kalkınma, sürdürülebilir kalkınma ve nihayetinde sürdürülebilir madencilik üzerine oluşan tartışmalar gündeme getirilmekte, başlıca iki görüş tartışılmaktadır.
ABSTRACT
Today, the concept of development is widely used. The concept evokes the words that are “beautiful” and “better”. While the concept of development was at first, the concept of sustainable development is now in its current form. Adaptation of this concept to mining sector is also considered as sustainable mining. In this article, development, sustainable development and sustainable mining will be discussed within two main aspects.
GİRİŞ
Kalkınma günümüzde çok rastladığımız bir kavramdır. Günlük hayatımızda kişisel olarak kullandığımız gibi ulusların mutluluk ya da iyimserlik gibi beklentilerinin ölçülmesi için de kullanılmaktadır. Ülkemizde iktidar partisinin adın da bile kalkınma vardır. Ayrıca çok yeni geçmişe kadar kalkınma bakanlığımız da vardı. Kalkınma ajansı, kalkınma bankası gibi teşkilatların da mevcut olduğunu biliyoruz. Kalkınma, madencilik iş kolu için de çok sık kullanılmaktadır. Zamanımızın güncel karşılığı ise sürdürülebilir madencilik karşımıza çıkmaktadır.
O halde, kalkınma, sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir madencilik konusundaki açıklamalarımıza geçebiliriz.
Kalkınma
Türkçede kalkınma, ilerleme (terakki) modernleşme, çağdaşlaşmanın eşanlamlısı olarak kullanılmaktadır. Kalkınma yerine de “gelişme” kavramı tercih ediliyor. Latin kökenli Batı dillerinde “development / underdevelopment”,ikilemi bizde, kalkınma/azgelişmişlik veya gelişmişlik/azgelişmişlik biçimini almaktadır. Kemal Demiray’ın Temel Türkçe sözlüğünde kalkınma, kalkınmak eylemi, kalkınma hızı, bir ülkede iki tarih arasında ekonomide ki gelişme olarak anılmaktadır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde ise, kalkma, kalgımak, kalkındırmak, kalkınmasını sağlamak; kalkınmak, düşmüş olduğu perişan durumdan kurtulmak şeklinde tanımlanmaktadır (Başkaya, 2011). Tanımlara bakıldığında hepsinde ortak olan içerik olumludur. Arzu edilebilir, ulaşılması gereken olarak gözükmektedir.
Kalkınma Kavramının Geçmişi
Ulus devletlerin kurulmasından önceki dönemde kalkınma kavramına rastlanmamaktadır. Ulus devletlerin kurulmasından sonra, uluslar arasındaki kabul edilemeyen eşitsizlikler kalkınma kavramını da doğurmuştur. Bu nedenle Kalkınma kavramı 1950 ’li yıllardan itibaren literatüre girmiştir (Başkaya, 2011). Önceki dönemde geçerli olan “ilerleme”, ”modernleşme”, ”batılılaşma” veya ”muasır medeniyetler seviyesi” ifadelerinin yerini kalkınma sözcüğü almıştır.
Benzer açıklama “Kalkınmanın deniz feneri İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra inşa edilmiştir. Avrupalı sömürgeci devletlerin çökmesinden sonra ABD, kurucu babalarının vasiyet ettiği “yol gösterici fener” olmak görevine dünya çapında bir boyut kazandırma fırsatı bulmuştur. Kalkınma fikrini ABD ortaya attıktan sonra bütün ülkelere kendisini izleme çağrısında bulunmuştur. Bundan sonra Kuzey ile Güney arasında ki ilişkiler bu kalıba uygun olarak sürdürülecek; “kalkınma” cömertlik, rüşvetçilik ve Güney’e ilişkin politikaların özelliği olan baskının karışımı bir genel çerçeve içinde gerçekleşmiştir. Yaklaşık yarım yüzyıl boyunca gezegen üzerinde iyi komşuluk, “kalkınma” kavramı ile birlikte düşünülmüştür (Sachs, 2007).
Kalkınma kavramının ilk defa ABD Başkanı Truman’ın 20 Ocak 1949 tarihindeki başkanlığa seçildiği gün yaptığı konuşma ile başladığını söyleyen görüşler de mevcuttur (Estevo, 2007). Bu konuşmasında Truman,
“Azgelişmiş bölgelerin geliştirilmesi için ve ekonomilerinin büyütülmesi için bilimsel ilerlememizi ve endüstriyel gelişmemizi yeni bir cesur program ile bu bölgelere sunmamız gerekiyor.
Eski emperyalizmin başka ülkelerden kar elde etmesi gibi bir anlayışın bizim programımızda yeri yoktur. Bizim tasarladığımız demokratik ve namuslu alışveriş yapma ilkesini temel alan bir kalkınma programıdır. denmektedir.
O halde kalkınma kavramının İkinci Dünya Savaşından sonra 1950’li yıllarda ortaya çıktığını ve az gelişmiş ülkeleri, gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkartmak amacı taşıdığını söyleyebiliriz. Kalkınma kavramının, gelişmiş olan ABD’nin ortaya çıkardığını da vurgulamak gerekmektedir.
Ayrıca Estevo (2007)’nun “Günümüzde dünya nüfusunun üçte ikisini oluşturanların kalkınmayı herhangi bir kalkınmayı hayal edebilmeleri için önce kendilerinin azgelişmiş olduğunu algılamaları ve bu kavramın yaptığı çağrışımların bütün yükünün farkında olmaları gerekiyor” açıklamasına da hak vermemek mümkün değildir. Kalkınma kavramını tanımlayanlar, azgelişmiş ülkeler için iki hedef öngörmüşlerdir. Bunların ilki “herkes yarışta en önde gibi olacaktır (Küçük Amerika yaratma); ikincisi ise önde gidenler gibi olmak mümkündür. Bunun sonucunda, insanlar kalkınma diye bir şeyin mevcut olduğuna, bunun olumlu ve arzulanır bir şey olduğuna inandırılmıştır.
Sınırsız kalkınma hedefi sonucunda, kalkınma amacının sınırsız kullanımı ile hava, toprak, gürültü, elektromanyetik, genetik, ışık, görsel, sınırı aşan, küresel, uzay, atmosfer, uluslararası kirlilik yanında, ormansızlaşma, küresel ısınma ve asit yağmurları ile karşılaşılmıştır. Çevreci tepkilerin yoğunlaşması ve kirliliğin insan hayatını hissedilir derecede etkilemesi sonucu sınırsız kalkınma kavramının değiştirilmesi ve sınırlandırılması uluslararası bir ihtiyaç halini almıştır.
Sürdürülebilir Kalkınma
Yukarıdaki açıklamalar neticesinde, “sürdürülebilir kalkınma” kavramı, ilk uluslararası ifadesini, Haziran 1972’de İsveç’in Stockholm kentinde yapılan “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı” sırasında bulmuştur. “6 Haziran BM Dünya Çevre Günü”ne adını vermesi dışında hatırlanmakta güçlük çekilen bu Konferans’ın temel çıktısı olan Stockholm Bildirgesi’nde, çevrenin “taşıma kapasitesine dikkat çeken, kaynak kullanımında kuşaklar arası hakkaniyeti gözeten, ekonomik ve sosyal gelişmenin çevre ile bağlantısını kuran ve kalkınma ile çevrenin birlikteliğini vurgulayan ilkeler, “sürdürülebilir kalkınma” kavramının temel dayanaklarını ortaya koymuştur.
1983 yılında BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu oluşturulmuştur. Bu Komisyon tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda, 1987 yılında “Ortak Geleceğimiz” başlıklı ünlü rapor yayımlanmıştır. Komisyona başkanlık eden Gro Harlem Brundtland’ın, aynı dönemde Norveç Başbakanı olması sonrasında sağlanan güçlü politik destek nedeniyle, “Brundtland Raporu” olarak da adlandırılan bu rapor, “sürdürülebilir kalkınma” kavramına zengin bir içerik kazandırmakla kalmayarak, bunun yaşama geçirilmesine yönelik küresel eylem planına giden yolun temel taşlarını döşemiştir.
Brundtland Raporu’nda getirilen “sürdürülebilirlik” tanımı, bugün için de geçerliliğini büyük ölçüde korumaktadır: “Sürdürülebilir kalkınma, bugünün gereksinim ve beklentilerini, gelecek kuşakların kendi gereksinimlerini ve beklentilerini karşılama olanaklarını tehlikeye atmaksızın karşılamaktır” (Brundtland Raporu, 1987). Bu tanımdan hareketle, yerel yönetimlerin dünya ölçeğindeki çevre kuruluşu niteliğini taşıyan ICLEI – Uluslararası Yerel Çevre Girişimleri Konseyi tarafından sürdürülebilir kalkınma, gelecek kuşakların yaşam düzeylerini tehlikeye atmadan ve bugünün sorunlarını çözerken geleceği yaşanmaz hale getirmeden, toplumların esenlik ve gönenç artışının sağlanabilmesini ifade edecek şekilde, raporda şu şekilde tanımlanmaktadır: Sürdürülebilir kalkınma, temel çevresel, sosyal ve ekonomik hizmetlerin, bu hizmetlerin dayandığı ekolojik ve toplum merkezli sistemlerin varlığını tehdit etmeksizin, herkese sunulabildiği kalkınma ”olarak tanımlanabilir. Sürdürülebilir kalkınma, yaşayan ve gelecekte yaşayacak tüm insanların, mevcut çevresel sınırlar dahilinde, sosyal ve ekonomik gelişmeye adil olarak katılmalarını sağlayabilmek için gerekli olan üretim ve tüketim tarzlarındaki değişimlerle ilgilidir.
Bunun sonucunda, yaklaşık 50 yıl süren kalkınma kavramının yaşamı sona ererek, yerini sürdürülebilir kalkınma kavramına bırakmıştır.
Sürdürülebilir kalkınma kavramının bugün ki durumu:
Sürdürülebilir kalkınma, bugün hala, gerek hükümetlerin ve gerekse çevreye karşın faaliyet gösteren firmaların misyonu olarak lanse edilmeye devam edilmektedir. Gerek dünyada ve gerekse ülkemizde sürdürülebilir kalkınma ve özelinde sürdürülebilir madencilik tüm şirketlerin genel stratejileri arasında yer almaktadır.
Ancak geçen 20 yılda sürdürülebilir kalkınma ve özelinde sürdürülebilir madencilik bir yol almışsa da; beklenen sonuç sağlanmış gözükmemektedir. Sürdürülebilir madencilik, madencilikteki ÇED (Çevre ve Etki Değerlendirme) raporlarının kısmen de olsa hayata geçirilmesi ile bir aşama kaydetmiştir. Fakat bununla ilişkili eleştiriler de yapılmaya başlanmıştır: “Günümüzde, ÇED sürecindeki Halkın Katılımı Toplantısı’nın ya da reklam kapsamı dışına çıkamayan halkla ilişkiler çalışmalarının yöre halkının madencilik projesini benimsemesi (sosyal onay) için yeterli olmadığı, artık anlaşılmıştır (Oygur, 2019).
Yine benzer şekilde sürdürülebilir madenciliğin kavram olarak hoş karşılanmasına rağmen, içeriğinin tam belirlenememesi ve ölçülememesi nedeniyle de eleştirilere neden olmaktadır. Nitekim “Ayrıca sürdürülebilirliğin “sektörel karar alma süreçlerine ölçülebilir şekilde entegre edilememesi de bu kavramın, maden şirketlerinin faaliyetlerini sorunsuz uygulayabilmeleri için çevreci bir göz boyama olarak kullandıkları bir kavram” değerlendirilmesi yapılmasına neden olmaktadır (Vanclay, 2004; Kirsch, 2009).
Bu eleştirilerin artması, sürdürülebilir madenciliğin kendinden beklenen faydaları karşılamaması nedenleri ile ve belki de sürdürülebilir madenciliğe bir içerik kazandırmak amacı ile madencilikte “sosyal onay” kavramı gündeme getirilmiştir.
Sosyal Onay
Sosyal onayla ilgili olarak dünyada, 90’lı yılların başında, iyi belgelenmiş kimyasal sızıntılar ve atık barajlarının yıkılması olaylarına bağlı olarak toplumla artan çatışmaya girmesi sonucunda madencilik sektörü, kendisini kamuoyunun yakından incelemesi altında bulmuştur. 1997’de, Dünya Bankası’nın düzenlediği “Madencilik: Gelecek 25 Yıl” konferansında, James Cooney yaptığı “Politik Riskin Yönetiminde Öne Çıkan Konular” başlıklı sunumda İşletme İçin Sosyal Lisans alınmasını önermiş ve madencilik yazınına girmiştir (Thomson ve Boutilier, 2011). Şu halde Sosyal Onay kavramı sürdürülebilir kalkınma kavramıyla yakından bağlıdır. Sosyal onayın tanımı ilk kez Joyce ve Thomson (2000) tarafından “Bir maden arama veya işletme projesine ait etkinliklerin yürütülmesi için toplumun geniş anlamda kabulüne, onayına sahip olunduğunda İşletme İçin Sosyal Lisans mevcuttur” şeklindeki açıklamalara rastlanmaktadır (Oygur, 2018).
Endojen Kalkınma
Endojen kalkınma her ülkenin kendi özgeçmişine ve kendi öz kaynaklarına dayalı, orijinal bir kalkınma yolu bulması, sürece egemen olması, kitlelerin, son analizde bir toplumsal değişim süreci olan kalkınmaya aktif olarak katılması, sürecin öznesi durumuna gelmesi, kar maksimizasyonu yerine, gelir maksimizasyonunun alması, özel sermayenin kar oranını yükseltmesi yerine, yaşam kalitesinin yükseltilmesi kaygısının öne çıkarılması, neoklasik iktisadi yaklaşımların yerine sermeye birikiminin değil maddi refahın ortaya çıkarılması gibi tezleri içermektedir (Başkaya, 2007).
Buraya kadar yapılan açıklamalarla, kalkınma kavramının giderek sınırlandırma isteğinin öne çıktığı, içerik olarak belli aşamalar kaydederek, sürdürülebilir kalkınma ve sosyal onay (sosyal lisans),endojen kalkınma olarak gelişme gösterdiği görülmektedir.
Sonuç
Bu kavramlara yapılan en güçlü karşı geliş düşüncesi ise, “kalkınmamış sayılanlar, kalkınmışlığı temsil edenler tarafından tanımlanıyor. Kalkınmış olduğu varsayılanlar ötekilerin kalkınmamış olduğuna karar veriyorlar. Kalkınmışlığa hüküm giymiş olanlar, ancak cezalarını çekerek, ıslah olarak, ötekilere benzeyerek bu durumdan kurtulabilirler” şeklinde açıklanarak öncelikli olarak tanımlarda usül hatasını vurgulamaktadır.
Bir diğer eleştiri ise, kalkınmanın yalnızca GSMH ile ölçüldüğü, parasal karşılığı olmayan hiçbir şeyin GSMH’ya dahil edilemeyeceği ve kalkınmışlık ölçüsü olamayacağı yönünde idi. Ancak, kalkınma sadece maddi refahın (beslenme, barınma, sağlık, eğitim, fırsat eşitliği vb.) artması değil, aynı zamanda, insan hakları, siyasal haklar uygun bir doğal ve sosyal çevrede yaşama vb. de, artık refah göstergeleri arasına dahil edilmiş durumdadır.
Ancak temel eleştiri, doğal kaynakların mevcut sistemde kar amacı ile yapılıyor olması, mülkiyet kavramının doğal kaynaklar üzerinde de genişlemesi ile açıklanmasıdır. Bunun sonucunda kalkınma sadece mülk ve sermaye sahiplerinin menfaatine, yoksulların ise daha yoksullaşmasına neden olduğu yönündedir.
Kaynaklar:
Başkaya, F., 2011, “Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Çöküşü”, Öteki Yayınevi, Ankara.
Sachs, W. 2007, “Kalkınma Sözlüğü”, Özgür Üniversite.
Estevo, G., 2007, “Kalkınma Sözlüğü”, Özgür Üniversite.
http://habitatkalkinma.org/dl/uploads/2014/03/YG21ElKitabi.pdf 17.9.2015 tarihinde alınmıştır.
Sürdürülebilir Madencilik için Önemli Bir Esas: Saydamlık
Sürdürülebilir Madencilik için Önemli Bir Esas: Saydamlık
(PDF) Madencilik Sektörü için Sürdürülebilirlik Kriterleri Sustainability Criteria for the Mining Sector (in Turkish). Available from: https://www.researchgate.net/publication/311706179_Madencilik_Sektoru_icin_Surdurulebilirlik_Kriterleri_Sustainability_Criteria_for_the_Mining_Sector_in_Turkish [accessed Jan 05 2019].