Maden hukukunun, madencilik faaliyetlerinin içerdiği özellikler nedeni ile diğer hukuk düzenlemelerinden farklı özellikler içermektedir.
Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır:
Madenler bulundukları yerde üretilirler:
Diğer sanayi ve ekonomik faaliyetlerde, faaliyetin icra edileceği yer konusunda farklı alternatifler rahatça bulunabildiği halde, madencilik madene bağlıdır, doğal kaynağın bulunduğu yerde yapılma mecburiyeti vardır. Bu özelliğin açıklanması konusunda Prof Dr Aydın Gülan ise “ Maden tanımı ve niteliği gereği ender (sınırlı), gerekli bir maddedir ve ancak bulunduğu yerden çıkarılması mümkündür. Bu çıkarma galeri açmak veya üzerinden toprağı almak sureti ile olsun, sonuçta mutlaka madenin bulunduğu yerden toprak üzerine çıkarılması bir vakıadır. Belirtmek gerekir ki, aynı cins madende olsa başka bir yerde bulunan maden artık “farklı” bir kaynaktır. Dolayısıyla bulunmuş olan bir madenin ona duyulan ihtiyaca göre, değerlendirme mümkün olsa bile üretilecekse ancak bulunduğu yerde üretimi mümkündür.
Bu durumun birçok çatışma oluşturması mümkündür. Madenin bulunduğu yer, her zaman maden çıkarmaya “hazır halde” bulunmaz. Üzerinde başka faaliyetler yapılmakta olabileceği gibi, orman, turizm gibi çeşitli kamu yararı görülen çeşitli faaliyetler için kullanılıyor da olabilir. Esas bu özelliği dolayısıyla çatışmayı kaçınılmaz kılan durum, çoğu zaman madenin çıkarılması ile madenin bulunduğu yerde yapılmakta olan faaliyetin bağdaşmaz, bir arada olmaz nitelikte bulunmasıdır. Bu durumda madeni çıkarmak ile diğer faaliyeti devam ettirmek arasında bir tercih zorunluluğu ortaya çıkarmaktadır .”
Madenler arasında da bulunduğu yerde çıkarılması özelliği açısından farklı nitelikleri olan madenlerin olması da kaçınılmazdır. Örneğin bir taş ocağının veya kum, çakıl işletmesinin bulunduğu yerde çıkarılması özelliği, kurşun-çinko madenin bulunduğu yerde çıkarılması özelliği bakımından aynı hassasiyette olamaz. Bu nedenle üstün kamu yararı açısından değerlendirmede veya mülkiyetle çatışma halinde bulunduğu yerde çıkarılması özelliği her madende eşit şekilde etki doğurmayabilir.
Madenler yenilenemeyen kaynaklardır.
Madenler tükenen doğal kaynaktır. Üretilen madenin aynı hacminde aynı madenin tekrar bulunma ihtimali yoktur. Tüketildiğinde sonlanırlar. Yenilenme ihtimalleri yoktur. Bu nedenle, bizden sonra ki nesillerinde kullanıma bırakılması gerekir. Doğal kaynaklar yenilenebilir ve yenilenemeyen kaynak olarak da sınıflandırılmaktadır. Rüzgâr, Jeotermal kaynaklar yenilenebilir kaynak iken, petrol ve maden yenilenemeyen kaynaklardır. Nitekim 5346 sayılı kanun yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun’un 3 maddesinin 8 fıkrasında “Yenilenebilir enerji kaynakları (YEK): Hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal, biokütle, biokütleden elde edilen gaz (çöp gazı dâhil), dalga, akıntı enerjisi ve gel-git gibi fosil olmayan enerji kaynaklarını, … İfade eder.” Şeklindeki düzenleme ile madenleri tanım dışında bırakmıştır. Bu nedenle de hukuken de madenlerin yenilenemeyen kaynak olduğu sonucuna varmak mümkündür. Nitekim doktrinde de aksi görüşte olana tesadüf edilmemektedir. “Madenler, diğer tabii servet ve kaynakların birçoklarından farklı olarak, yararlanılmakla tükenir niteliktedir” Ayrıca Anayasa Mahkemesinin kararında “ Madencilik sektörünü diğer sektörlerden ayıran bazı önemli özellikler vardır. Bu özelliklerin başında madenlerin tabiatta bulunan miktarlarının belli olması ve tükendikten sonra insan eliyle yeniden üretilememesi gelir.” Saptaması ile aynı görüş tekrarlanmaktadır.
Bu sonuç, kamu mallarından yararlanma usulleri konusunda ki, kamu mallarından yararlanırken onun aynına zarar vermeme, onu tüketmeme ilkesi ile çatışır. Madeni üretmek zorunluluğumuz nedeni ile yenilenebilir kaynaklardan daha özenli, daha dikkatli ve madenin kaybına neden olmayacak şekilde üretilmesi ilke edilinebilir. Bunun sonuçları açısından incelediğimizde ise, madenin bizden sonra ki nesillerinde kullanımına bırakmak gerekir. Sürdürülebilir kalkınma ya da madencilik özelinde sürdürülebilir madencilik açısından kaynağın kaybına neden olmayacak tedbirleri almak ve maden hukukunda bunu da sağlamak gerekecektir.
Konu ile ilgili bir diğer tartışılması gereken konu, maden üretimi bu nedenle sınırlandırılmalıdır. Elbette ki bu konu bir ulusal planlama ve ortak iradenin sonucunda karar verilebilecek niteliktedir. Ancak bu soruya verilecek cevap siyasi, hukuki, sosyolojik veya ekonomik nedenlerle farklı karşılık bulabilir ise de; sonuç olarak bilimin sonuçları bizi doğru sonuca götürebilir. Tükenebilirlik özelliği, bizi bir sonuçtan her zaman uzak tutmalıdır. O sonuç her ne olursa olsun üret, ne kadar çıkarabiliyorsan o kadar çıkar görüşüdür. Maden işletme ruhsatlarının ayrılmaz parçaları olan işletme projeleri bu bakış açısı ile değerlendirilmeli ve mutlaka üretime bilimsel ölçülerde sınır getirmelidir.
Anayasa Mahkemesi’nin “”…Devletin arama ve işletmeyi süresinde gerçekleştirememesi sonucu özel teşebbüs de devreye girmektedir. Amaç, millî servetin işletilmesini ve millî gelirin artırılmasını bir an önce sağlamaktadır.”
6309 sayılı Maden Yasası’nı yürürlükten kaldıran 3213 sayılı Maden Yasası’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan genel gerekçe bölümünde de, Anayasa’nın 168. maddesinin gerekçesine koşut olarak daha somut biçimdeki şu açıklamalara yer verilmiştir: “Madencilik, sürat ve ileri teknoloji isteyen, dış rekabet sistemine bağlı olarak çalışması gereken, yüksek sermaye ve kredi ihtiyacı ile geniş çevresi olan bir sektördür. Mevcut Kanunla Türkiye’nin maden potansiyeli atıl kalma durumuna kadar gerilemiştir. Arama ve işletme safhasında potansiyeli bilinen 40-50 bin maden sahasından bu gün için yaklaşık 5000 adedi faal durumdadır. Bu sebeplerle Kanunun uygulanmasında karşılaşılan güçlükler de dikkate alınarak, madencilik faaliyetlerine hız, yön ve verimlilik getirmek amaçlanmıştır.”
İki gerekçede de belirginleşen temel amaç, kamusal ya da özel girişim ayırımı yapmaksızın, doğal servetlerin ve kaynakların, bu arada madenlerin, ekonomik kurallara dayalı “hız”, “yön” ve “verimlilik” koşullarıyla, yararlanılabilir değerlere dönüştürülmesi ve ulusal gelire yeterince katkılarının sağlanmasıdır.” Şeklinde ki (Esas Sayısı: 1993/8,Karar Sayısı: 1993/31) katılmak mümkün değildir.
Madencilik faaliyetinden doğan haklar bölünemez
Hakların bölünmezliği, Roma hukukundan itibaren hukuka girmiş bir kavramdır. Güncel hukukumuzda “Bir şey, niteliğine ve kıymetine noksanlık gelmeksizin parçalara ayrılamıyorsa, bölünemeyen edim söz konusudur” diye de tanımlanmaktadır. “Sosyo-ekonomik işlevi değişmeden ve ekonomik değerinde önemli bir azalma olmadan, eş nitelikte birden çok parçaya ayrılabilen mallar, bölünebilen mallardır. Diğerleri ise bölünemez mallardır. Burada söz konusu olan, malın sadece fiziksel bakımdan bölünebilirliği değildir. Çünkü fiziksel olarak her malın bölünmesi düşünebilir. Önemli olan sosyo-ekonomik işlevin değişmesi ve ekonomik bakımdan değer kaybıdır. Örneğin at canlı olarak bölünemez bir maldır.Gerçi atın fizik olarak bölünebilmesi düşünülebilir. Ancak bölünme, atın değerini düşürmediği nadir durumlarda bile, sosyo-ekonomik işlevini değiştirir. Bu anlamda bir tablo tepsi,bardak,ev, vb. bölünemez mallardır… Roma’da yazılı olarak saptanabilen en eski zamanlardan başlayarak, toprağın yataylamasına bölünebileceği, dikeylemesine bölünemeyeceği kural olarak kabul edilmekteydi. Çağımızda da hukuk öğretisinde bu kural genel olarak kabul edilmekle birlikte sosyo-ekonomik gereksinmeler sonucu bir takım istisnaların ortaya çıktığı görülmektedir. …Malların bölünebilir olup olmaması, eşya hukukunda ortak mülkiyetin ortadan kaldırılmasında önem taşımaktadır.
Benzer şekilde, bu kural maden hukukuna uygulandığında maden kaynağının mı yoksa maden ruhsatının mı bölünmezliği tartışmalıdır. Maden hakkı söz konusu edildiğinde, maden tüm kaynağı ile birlikte bir bütündür. Mühendislik açısından da madenin tümünün projelendirilmesi esastır. Maden yatağı bölünüp,bütünlüğü yok edecek şekilde projelendirildiğinde kendisinden beklenen sosyal faydayı sağlayamadığı gibi, iş kazalarına da neden olabilir.
Bu konuda ki en yakın örnek Konya-Ermenek’de ki kazadır. Aynı maden yatağında çalışan iki firmanın bilgileri paylaşılmamış,önceki işletmede biriken sular, üretim nedeniyle açılan galeriden ,çalışma yapılan galeriye girerek faciaya neden olmuştur. Burada eğer maden yatağı tek firma tarafından işletilse idi., bu kazanın olma ihtimalinin çok düşük olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.Hukuken de, maden haklarının bölünmesi sonucunda , madenden beklenen fayda sağlanamayacağı düşüncesi ile, kanun koyucu tercihini bu yönde kullanmıştır.Bunun sonucu olarak da Maden kaynağının ruhsat alanları ile bölünmesi, bölünemezlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini düşünebiliriz. Maden bulunduğunda veya görünür rezerv haline getirildiğinde maden ruhsat alanlarının bu kaynağı tam karşılayamaması veya maden kaynağının kapsadığı alanla, ruhsat alanlarının tam örtüşmediği durumlarda hakkın bölünmesi söz konusu olmaktadır. Maden yatağı veya cevherleşme doğal bir olaydır. Bu nedenle de koordinat sistemine göre belirlenmiş ruhsat alanları her zaman doğal olan,maden yatağını temsil etmeyebilir.
Doğal olana uymak, kanunun uygulanmasını kolaylaştırır. Bu nedenle bölünemezlik ilkesi, maden kaynağının ruhsat alanın maden kaynağı tümü ile uyuşması ve bölünmemesi gerektiği sonucunu doğurur. Bu nedenle bölünemezlik ilkesi, her maden kaynağının tek bir ruhsata bağlanması sonucunu doğurmalıdır. Madenin oluşması maden kaynağı varlığına bağlı ise, bölünmemesi gereken varlık maden kaynağıdır. Bir koyundan bir post çıkar. Özellikle işletme döneminde, bir kaynağı farklı ruhsatlara bölüp ihaleye çıkmak, madencilik açısından değil ancak ticari kaygıların sonucudur.
Maden haklarını (yetkilendirme açısından) arama,işletme ve buluculuk hakkı olarak tanımlamıştık. Sayılan bu haklar bölünemez,hisselere ayrılamaz. Başka bir ifade ile bir arama hakkı iki kişiye ½ ve ½ şeklinde hisselere bölünemez veya iki tüzel kişiliğe hisse şeklinde paylaştırılamaz. Ancak elde edilen gelirin paylaştırılması, riskin bölüşülmesini içeren özel hukuka tabi sözleşmeler yapılabilir.Pratik karşılığı ise maden ruhsatları bir tek gerçek veya tüzel kişinin üzerine olabilir. Somut olarak bir ruhsatın üzerinde iki kişinin ismi yazılamaz.
Bizim hukukumuzda her ne kadar bölünemezlik yukarda anlatıldığı şekilde anlaşılmakta ise de, bölünemezlik maden kaynağını da içermelidir. Bunu şu şekilde anlatmak faydalı olabilir. Maden hakları, madene yönelik bir hak ise, maden hakkının bölünmezliği de, maden kaynağından doğan hakkın bölünememesi şeklinde anlaşılmalıdır. Özellikle arama ruhsatı ile bir arama faaliyeti sonucu bulunmuş hale getirilen maden için, artık maden ruhsat alanı değil, o maden kaynağının tümü ile bölünememesini anlamak gerekir. Çünkü maden, ruhsat çizgilerine göre ya da yapay sınırlarla oluşan bir varlık değildir. Her madenin kendine özgü bir oluşum şekli ve karakteristiği vardır. Bu nedenle maden haklarının bölünmezliği denilince, her madene özgü olan bu karakteristik nedeni ile, maden haklarının bölünememesi kaynağın doğurduğu hakkın bölünmemesi sonucunu doğurmalıdır.
Bu ilkenin doğurduğu sonuçlardan biri de, madencilik faaliyetlerinde rödovans sözleşmeleri konusunda açıklayıcı olacaktır, maden haklarının bölünememesi ilkesinin, rödovans sözleşmelerine imkan tanımayacağı şeklinde yorumlanması sonucu doğuracaktır.
Sonuç olarak, maden ruhsatlarının alanlarla sınırlanması yerine, maden kaynağını içine alan bir hakkı savunmamız gerekir. Aynı kaynağın birden çok ruhsatla farklı kişilere hak tanınması, hakların bölünmezliği düşüncesine aykırıdır. Maden kanunun da yer alan koordinatlarla belirlenmiş ve sübjektif değerlendirmelerle tespit edilen alanlar yerine, her bir kaynağın tek başına değerlendirilmesi şeklinde düzenlenmesi ticari kaygılardan uzak, daha bilimsel ve doğal yapıya en uygun bir sistem olabilir.
Sonuç olarak, her maden kaynağı bir ruhsata; her ruhsat bir kaynağa karşılık gelmelidir.
Maden Hakları Tekel Niteliğindedir:
Bu konuda, devletin hüküm ve tasarrufu nedeniyle, maden haklarını düzenleme yetkisi devlette olduğundan, insan hakları dışında, her hak da olduğu gibi düzenleme yetkisi devletin tekelinde olduğu anlaşılmalıdır.
İkinci özellik ise, maden ruhsatı ile yetkilendirilen kişiye, aynı maden için başka bir kişiye hak tanınmamasıdır. Ruhsat verilen alanda, ruhsatın sahip olduğu grup maden hakkı, başka bir kişi tarafından aynı maden ve için kullanılmaz. Ruhsat sahibi o alanla ilgi tek hak sahibidir. Maden haklarının kazandırdığı teşvik, irtifak,intifa tesisi,kamulaştırma ve haciz edilemezlik haklarını da yalnızca ruhsat sahibi kullanabilir. Ruhsat sahibi, ruhsat süresince, ruhsatla kazandığı hak ile ilgili alanda tekelci hakka sahiptir. İkinci bir kişiye hak tanınamaz. Maden kanununda ki karşılığı olarak “Aynı grup ruhsatlar birbiri üzerine verilemez.” şeklindedir.
Doktrinde de “… belirli bir safhada “tekel” i de kapsayan yani o evrede yalnız bir gerçek veya tüzelkişi arama yapabilecek ve bu arama sonucunda bir takım hukuki hükümler de doğacaktır” ifadesi ile de tekel hakkının varlığı ifade edilmiştir.
Maden Hukukunda İstisnalar Temel Özelliktir.
Doktrinde konu ile ilgili ilke arayışı ile ilgili çalışma Doç Dr Aydın Gülan’a aittir. Bu konuda ki görüşü ise:
Maden hukuku mevzuatının istisnalarla dolu olması bir gereklilik olarak değerlendirilmelidir.Bu istisnalarda kasıt,genel,bütün maden türleri için geçerli düzenlemelerin isabetli olmayacağı gerçeğinden hareketle,özelliğinin gerektirdiği şekilde her bir maden türü için farklı düzenlemenin öngörülmesinin mümkün ve hatta gerekli bulunmasıdır.
Maden farklılıkları,onlara duyulan ihtiyaç ve niteliklerinin doğurduğu gereklilikler,genel hukuki statüler belirlendikten sonra, en azından istisnalara müsait bir yapı ile, ikinci denilen düzenlemelerde istisnalara yer vermeye müsait esnek bir yapı kurulmasını gerektirmektedir. Aksi takdirde birbiri ile kıymet,nadirlik,yatırım maliyeti ve hammadde özelliği farklı olan madenler için aynı hukuki alt yapının oluşturulmasının doğuracağı isabetsizlik ve tartımsalar gündemi kaplayacaktır. Her maden ,her zaman aynı önemi ve önceliği gerektirmez.Özellikle kamu yararı çatışmalarından maden kavramının soyutluğu içinde yer alan her türlü madenin üstün kamu yararı sayabilmek bakımından aynı hukuki statüden yararlanması isabetli olmayacaktır.”
Şeklindedir.
Tamamen katıldığımız bu görüşü desteklemek amacı ile güncel mevzuatta maden sınıflaması 5 Ana grupda yapıldıktan başka, 9 da alt grupda sınıflandırılmak istenmişse de bu bile yeterli gelmemiş, Bor ve Uranyum’la ilgili farklı düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca Ereğli Kömür havzası ile ilgili farklı düzenlemelrin yanında Kaynak Tuzlari ile ilgili istisna hükümleri yer almaktadır. Bu nedenlerle maden hukukunda içeren düzenlemeler temel olarak istisna hükümlerini de içerir ve bu durum maden hukukunun diğer bir ilkesi olmalıdır.
KAYNAKLAR:
Çelebican, Özcan Karadeniz. 2008. Roma Eşya Hukuku, . s.l. : Yetkin Yayınevi, 2008.
Gülan, Aydın. 2008. Maden İdare Hukukumuzun Ana İlkeleri ve Temel Müesseseleri. s.l. : Lamure, 2008.
Keskin, Özkan. Osmanlı Devleti’nde maden hukukunun tekâmülü (1861-1906),. [Çevrimiçi] dergipark.ulakbim.gov.tr/otam/article/view/5000085122.
Onar, Sıddık Sami. II. C, 3. Bası. İdare Hukukunun Umumi Esasları, ). II. C, 3. Bası, s. 1379.
Uyar, Turgut. 1990. Borçlar Kanunu, II. Cilt . 1990.