Son yıllarda bilim ve teknolojide olduğu gibi ,madencilikte de başdöndürücü bilimsel yenilikler ve bunun sonucunda da madencilik teknolojisinde yepyeni değişiklikler oluyor. Arama ile ilgili teknikler geliştiği gibi, elde edilen verilerin değerlendirilmesi yönünde çok büyük gelişmeler oluyor. Üretimde devasa kamyon ve yükleyiciler, patlatma tekniğinde ki gelişmeler hayret verici hale geldi. Üretilen cevherlerin zenginleştirilmesinde yeni tekniklerin yanında , çok daha büyük yatırımlar yapılmakta olduğunu görüyoruz. Yeraltı üretimleri, açık işletme üretimleri ile yarışır hale geldi.
Bu gelişmeler daha fazla kazılacak toprak, daha fazla cevher ve daha farklı maden ihtiyacını doğurdu.
Bunun yanında doğadan daha fazla yararlanma ihtiyacı nedeniyle, madencilik dışında ki diğer doğal kaynaklarda gündeme geldi. Güneş enerjisinden yararlanma, jeotermal kaynaklardan faydalanma ,petrolde daha derinlere inme ihtiyacı doğdu.
Tüm bu faaliyetler doğa ile birlikte değil; doğaya karşı yapıldığı için, çevre düzeni bozuldu,insanın yaşam şartları zorlanmaya başladı.İnsanlar daha temiz bir çevre ve kirlenmemiş bir dünya talep etmeye başladılar.Bunun sonucunda duyarlı insanlardan başlamak üzere, gerek ülkemizde ve gerekse dünyada çok hızlı bir şekilde , kendilerini dolayısıyla çevreyi koruma ihtiyacını ve haklarını talep etmeye başladılar. Uluslararası toplantılarda artık “sıfır büyüme” tartışılmaya başlandı. Bunun dışında “sürdürülebilir kalkınma” uluslararası kalkınma modeli olarak kabul edildi. Artık doğal kaynaklardan ve çevreden faydalanma da, bizden sonraki nesillerinde hakları olduğu kabul edildi.Çevre hakkı bir insan hakkı olarak Anayasalarda ve Mevzuatta yer almaya başladı. “Kirleten öder” ilkesinde, yalnızca kirlenmenin ortadan kaldırılması gereken harcamalar değil,öngörülemeyen risklerinde değerlendirilmesi gereği ile sorumluluk artırıldı. Ülkemizde orman bakanlığı nın ismi, çevre ve orman bakanlığı oldu. Çevre sorunları bir bakanlıkla temsil edilme seviyesine çıkarıldı. Evlerde ödediğimiz su faturalarında kirli su ve atık bedelleri, temiz su bedelini aşar hale geldi.
Her hakkın kötüye kullanılması örneği bu konuda da ortaya çıktı. Kuzey ülkeleri, güneye karşı , çevre haklarını “yeni bir sömürgecilik” aracı olarak öne çıkarmaya başladılar.
Çevre haklarında ki tüm bu gelişmelere karşı, madencilik çevre düşmanı olarak algı yaratılmaya çalışıldı. Maden haklarını geliştirici kayda değer bir uluslararası hukuk girişimine tesadüf edilemedi. Ülkemizde ise, maden teminatları , ruhsat bedeline çevrildi. Maden üretimi yapabilmek için mali yeterlilik talep edildi. Bütün izin sorumlulukları madenci üstüne yıkıldı. İşletme projelerinde ki sorumluluk yetkilendirilmiş tüzel kişilere, faaliyet esnasında ki sorumluluklarda daimi nezaretçiler üstüne yıkıldı. Başbakanlık genelgesi ile tüm izinler başbakanlığa bağlandı. Küçük ve yerel madenci büyük bir hızla madenciliği terk etti veya terk etmek zorunda kaldı. Ülkemizde madencilik, mermer ve doğal taş dışında büyük ölçüde yabancı sermaye ile kurulmuş şirketler tarafından yapılır hale geldi.
Madencilik,Çevre den başka Soma ve Ermenek katliamları başta olmak üzere,insan yaşamına karşı ,insana rağmen yapıldı,yapılmaya devam ediyor.
Bu nedenlerle, hayatın her alanında olduğu gibi,hukukun,sağlığın ve eğitim de olanlar,madencilikte de oldu ve siyasi iradenin emrine girdi.Bunun böyle gitmeyeceği, en azından gitmemesi gerektiğini hem doğanın feryadı ve hemde insanların yakarışlarından anlıyoruz.

O halde yeni bir tip madenciliğe ihtiyacımız var. Mevcut madenciliğe karşı sunabileceğimiz alternatif madencilik konusunda söyleyeceklerimiz olmalı.
Bu konuda, yasama organının görüşü şu şekildedir:
TBMM Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu Mayıs 2010 da :

Çevre Duyarlılığı ve Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışının Geliştirilmesi başlığı altında:
”Son yüzyılda büyük bir hızla artan dünya nüfusu, her türden doğal kaynak üzerinde
baskı oluşturmuş, doğanın kendini yenileme gücünü tehdit etme noktasına ulaşmıştır. Hava su
gibi doğada bol bulunduğu düşünülen kaynaklar dahi günümüzde varlık ve kalite sorunları
nedeniyle insanlığın endişe kaynağı hâline gelmiştir. Özellikle kendini yenileyemeyen
kaynaklar olan madenler açısından durum daha da endişe vericidir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyanın gündemine giren bu konu,günümüzde insanlığın en temel ortak sorunlarından birisi hâline gelmiş durumdadır.
Uluslararası düzeyde duyarlılığın her geçen gün arttığı gözlenmektedir. Duyarlılık artışına paralel olarak da, başta Birleşmiş Milletler öncülüğünde olmak üzere uluslararası tedbirler geliştirilmeye, aksine tutum ve davranışlar karşısında ortak tavır alınmaya çalışılmaktadır. Bu durum dikkate alınarak, gerek toplumsal ve gerekse sektörel bazda çevre duyarlılığının geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Doğal olarak, çevre ile doğrudan etkileşim içinde olan madencilik açısından durum daha da kritiktir. Bu nedenle, başta sektör mensupları arasında olmak üzere toplumsal çevre bilincinin geliştirilmesi, madencilik sektörünün öncelikli sorunları arasında yer almalıdır. Bilinçlendirme çabasının da ötesinde, çevre sorunlarıyla ilgili olarak sektörel yapılanma içinde iç denetim mekanizmalarının geliştirilmesi, sorunlar ortaya çıkmadan önleme konusunda gayret gösterilmesi bir diğer önemli gerekliliktir.”
Saptaması ile sürdürülebilir kalkınmanın ulusal maden politikasında varlığı dile getirilmişti.
Aynı konu ile ilgili olarak,Maden Mühendisleri odasının 2002-2010 Madencilik Sektörü raporu’nda
“Çevre faktörü gözardı edilerek madencilik faaliyetlerinin yürütülmesi, içinde bulunduğumuz yüzyılda mümkün değildir. Madenciliğin çevreye etkileri yadsınamaz. Ancak, madencilik sektöründe, çevre dostu teknoloji ve yöntemlerin kullanılması, madencilik süreçlerinde ya da sonrasında çevrenin korunmasına ve yenilenmesine yönelik önlemlerin alınması, sektörün gelişimini engellemeyecek, aksine genel anlamda sektörün gelişimine yönelik katkıyı yapacaktır.” Denmekte idi.

Yürütme organın konu ile görüşü ise,Enerji ve tabii kaynaklar bakanlığının,ilgili kanunda madencilikle ilgili politikalarını açıklamak üzere hazırlanan metinde açıklanış olup şu şekildedir.:
“Enerji ve tabii kaynaklar alanlarında, ülkemizi bölgesinde liderliğe taşımak vizyonuyla hareket eden ETKB, enerji ve maden kaynaklarını verimli, etkin, güvenli, zamanında ve çevreye duyarlı şekilde değerlendirerek dışa bağımlılığı azaltmayı ve ülke refahına en yüksek katkıyı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu temel amaç bağlamında, madenlerin bulunabildiği yerlerde çevre-ekonomi dengesini gözeterek bunların kullanılmasını benimsemiştir. Aynı zamanda madencilikte kullanılan alanların rehabilite edilerek ekosisteme kazandırılmasını,sektörde bertaraf ve arıtma teknolojilerinin gelişmesini, madenciliğin sürdürülebilir kalkınma prensiplerine uygun bir faaliyet dalı olmasını amaçlamaktadır.” Dendikten başka “… Bu kapsamda, 2015 yılına kadar madencilik piyasasında faaliyet gösteren 10 bin maden işletmesinin çevreye uyum planlarının denetiminin yapılması,” ında amaçlandığı anlaşılmaktadır“
Gerek siyasi iradenin açıklaması ve gerekse sivil toplum kuruluşu olan Maden Mühendisleri Odasının açıklamalarının ortak olduğu çevre haklarının yok sayılarak madencilik yapılmasının artık mümkün olmayacağı sonucuna varılmaktadır.
Konu ile ilgili hukuki yorum ise şu şekilde yapılabilir.Madencilik faaliyeti hakları ile çevre haklarını karşılaştırmak gereği de doğabilir.Hukuk öğretisinde haklar ile ilgili sınıflama yapılmak istendiğinde Kamu hakları ile özel haklar ayrımı yapılmakta ve daha sonra özel haklarda kendi içinde mutlak haklar ve nisbi haklar ayrımına tabi tutulmaktadır .
Mutlak haklarla , hak sahibine en geniş yetkiler veren,sahibi tarafından herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Nisbi haklar ise, mutlak haklar gibi herkese karşı değil,ancak belli bir kişiye veya belirli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır.
Anayasamızda . Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması başlıklı Madde 56 da

“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. “

Kuralının açık düzenlemesi karşısında “sağlıklı çevre” ve “insan” birlikte anıldığından çevre hakkının yaşama hakkı ile birlikte temel ve mutlak bir hak olduğu sonucuna varmak mümkündür.

Madenlerle ilgili düzenleme ise, Anayasa kaynak maddesi 168 de Ekonomik düzenlemeler bölümü içinde ele alınmış ve

“Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir.”
Şeklindedir. Bu maddeden de anlaşılması gereken madenlerin işletilmesi özel sektörce yaptırıldığı varsayımı ile bir kamu hukuku ,ancak nisbi bir hak olduğudur. Devlet ile ruhsat sahibi arasında ki bir ilişkinin sonucu olduğunu anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak madencilik faaliyetinden doğan hakları savunabilmek için, çevre hukuku gibi bir temel ve mutlak hakka karşı savunulma gereği vardır.Çevre hakkı ,madencilik hakkından hiyerarşik olarak daha üstte bir hak çeşididir.
Bu nedenle, madencilik, ancak çevre ve insanın izin verdiği oranda yapılabilir.
O halde, maden mühendisliği açısından, yapılan projelerin mutlaka öncelikli olarak çevre haklarına saygılı hale getirilmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, projenin ekonomik olup olmayacağı konusunda yapılacak değerlendirme de çevre hakları konusunda yapılacak yatırımın da dahil edilmesi gerekir. Çevre kanununda ki düzenleme ile çevre hakkı herkese ödev ve sorumluluk yüklediği için, projenin yapılmasını ve uygulanmasını sağlayan maden mühendislerininde bu ödev ve sorumluluğa uygun projeler hazırlaması gerekir.

Hukuken yapılması gereken ise, çevre hakkını da amaç edinmiş,işci sağlığı ve iş güvenliğini başka kanunlara bırakmadan, arz güvenliğini de içerecek şekilde yeniden düzenlenmesidir.Bilindiği gibi mevcut maden kanunumuzun 1 numaralı amaç maddesi:

“Madde 1 – Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler.” Şeklindedir. Düzenlemenin hangi ilkelere bağlı kalarak yapılacağı belirsizdir.
Bu konuyu pekiştirmek için Alman Maden Kanunu Kanunu aynı maddesi ile karşılaştıralım. (2013 yılı değişikliğini içerir)
Alman Maden Kanunu Amaç
Madde 1.
1. Maden kaynaklarını, bulundukları bölgenin özelliklerine dayalı olarak, arama-bulma, çıkarma ve işleme faaliyetlerini düzenlemek ve destekle¬mek suretiyle maden kaynaklarına ilişkin arz güvenliğini sağlamak; re¬zervleri, araziye ve toprağı, iktisatlı ve ihtimamlı davranarak korumak.
2.Madende ve madenciler için güvenliği sağlamak.
3.Cana, sağlığa veya üçüncü kişilere ait mallara yönelik tehlikelere karşı tedbirleri takviye etmek ve geliştirmek; zararları tazmin etmek. “
Şeklindedir.
Burada da açık olarak görüleceği üzere, Alman Maden Kanunu arz güvenliğinden ,iş güvenliğine kadar ve üçüncü kişilere verilen zararlara kadar ,doğrudan idarenin sorumluluğunu üstlenmiştir.
Bundan başka, maden hukuku tarihinde tesadüf ettiğimiz 1942 tarihli maden kanunu da ilginçtir. Konu ile ilgili bazı hükümler şöyledir:
Bu kanunun 11. Maddesi ilginçtir ve orijinal metin şu şekildedir:
“Madde 11 – Madenlerin içinde ve dışında istihdam edilenlerin işletmeden dolayı uğrayacakları kazalarda yaralananlara veya ölenlerin mirasçılarına hata ve kusur aranmaksızın aşağıdaki esaslara göre tazminat verilir: A) Kazaya uğrayarak ölenlerin mirasçılarına veya çalışma kabiliyetini tamamen kaybederek malul kaldıkları hekim raporuyla tespit edilenlere verilecek ilk tazminat 500 liradır. B) Kazadan yaralananlardan çalışma kabiliyetini kısmen kaybettikleri hekim raporiyle tesbit edilenlere verilecek ilk tazminat 100 liradır. A ve B fıkralarında yazılı tazminat mahkeme kararına hacet olmaksızın maden işletenler tarafından derhal ödenir. Kat î tazminat A ve B fıkralarında yazılı miktarlardan aşağı olmamak üzere hata ve kusur aranmaksızın mahkemece tâyin edilir. Mahkeme iki tarafın intihabedeceği birer ve mahkemenin seçeceği bir kişiden mürekkep bir vukuf ehli raporu üzerine bu miktarları tâyin eder. Yukarıdaki fıkralarda yazılı tazminat hiçbir vergiye tabi değildir encinin ücretsiz istifadesine sunulmuştur.” Böylesine bir hüküm, bundan sonrası maden kanuna bir daha girmemiş ve maden çalışanları ile ilgili hükümler, maden kanunun dışında düzenlenmeye çalışılmıştır.(İş Kanunu 1936 yılında çıkmıştır) (Md: 9) İşletme ruhsatında ki madenler kiraya verilemez (Md: 19) Devlet hakkı cirodan ve üretilen madenin yerindeki kıymeti üzerinden %1 olarak alınır (Md: 20)
Bu bölümün sonucu olarak, gerek Avrupa örneğinde ve gerekse geçmiş tarihimizde, madende çalışanlarla ilgili hükümlerin maden kanununda yer aldığını, ancak güncel mevzuatta madende çalışanlarla ilgili mevzuatın iş kanunu (4857 sayılı kanun) veya işci sağlığı iş güvenliği (6331 kanun)mevzuatı ile maden kanunundan farklı kanunlarda düzenlendiği görülmektedir.

Sonuç olarak, yukarda belirtilen nedenlerle, maden kanununda çevre ve insan temelli yeni bir tip madenciliğe ihtiyaç vardır.

© 2016 Av. Ömer Günay

Avukat ÖMER GÜNAY

+90 536 892 51 45

omerguna@hotmail.com

Kızılay Mah. Necatibey Cad. 19/1 Çankaya - ANKARA