MADEN KANUNU NASIL HAZIRLANMALIDIR ?
Yine bir maden kanunu değişikliği gündemde.Geçmiş yıllarda 15 kez değiştirilen maden kanunu yeniden değiştiriliyor. Bu yazının amacı uzun yıllar kullanılabilecek bir Maden Kanunun nasıl hazırlanabileceği konusunda ki görüşlerimizi açıklamak olacaktır.
Madencilik sektörü, diğer sektörlere göre bir gerileme içinde , MAPEG verilerine göre ,2018 yılında iptal edilen işletme ruhsatı sayısı 1484 ,2019 yılında iptal edilen ruhsat sayısı 726 dır. Aynı sürelerde terk edilen ruhsat sayıları 622 ve 531 dir. [1] 2019 sonu itibarı ile 9805 işletme ruhsatlı alan vardır. Bunlardan 8007 adedinde işletme izni alınmış olup, faal olduğu düşünülmektedir. Maden Kanununa tabi kırma taş ve çimento hammmadeleri gibi ruhsatlar çıkarıldığında 2590 adet işletme izni alınmış 4.grup maden vardır. Sonuç olarak gerçek anlamda 2590 adet maden ruhsatının kaldığını söyleyebiliriz. Bu ruhsatlarında 593 adedi ,TTK göre kurulmuş olan ,yabancı şirketlere aittir.
Ayrıca , madenciliğin GSYH içinde ki payı % 1 in altındadır. Madencilik sektörünün ihracat değeri, Türkiye genel ihracatı içinde % 2.5 ‘luk bir orana karşılık gelmektedir. 2009 yılının ilk yedi ayındaki maden ihracatımız ise dünyadaki global ekonomik krizin de etkisiyle bir önceki yılın aynı dönemine göre % 38 ‘lik bir düşüş göstererek 1.220 milyar dolara inmiştir.[2]
Ülkemizde ki madenler ise 77 farklı çeşittir. Sadece bilinen 13 maden Türkiye’de bulunmamaktadır.[3]
Ülkemizin genel ekonomik durumunu önemli ölçüde etkileyecek bir maden potansiyelimiz yoktur.
Altın madencileri derneğinin verilerine göre de , ülkemizde 2 adet büyük ölçekli olmak üzere 18 altın madenciliği yapan işletme mevcuttur.[4]
Sonuç olarak, ülkemizde çoğunlukla orta ve küçük ölçekli maden var iken, sektörden uzaklaşmanın görüldüğünü ve diğer sektörlerden daha fazla bir gerileme içinde olduğunu söyleyebiliriz.
O halde , bu duruma göre ,nasıl bir maden kanunu hazırlanmalı ki, madenciliğimizden beklenen faydayı elde edelim ? Bununla ilgili olarak vazgeçilmez ilkeler bakımından durumu şu şekilde açıklanabilir:
İnsan odaklı olmalıdır
a)Madencilik faaliyeti insana rağmen değil, insan için yapıldığı kabulü ile, madencilik faaliyetlerinde tüm çalışanların vücut bütünlüğü koruyacak kurallar Maden Kanununda yer almalıdır. Genel sağlık sigortasından ayrı olarak zarar gören madenciye tazminatı doğrudan Bakanlık tarafından ödenmelidir.
b)Madencilik faaliyeti nedeniyle üçüncü kişilere verilen zararlar Bakanlık tarafından tazmin edilmelidir.
c)Yabancı uyruklu madenciler eşit ücret almalıdırlar.
- d) İnsan onuruna yakışır ücret ve özgür sendikacılık özendirilmelidir.
Çevre odaklı olmalıdır
Madencilik faaliyeti,doğaya karşı yapılan bir faaliyet türüdür. Bu nedenle çevreye zarar verir.Ancak madencilik faaliyetlerinin, çevreye en az zarar verecek şekilde yapılmasını düzenlemek ve bunu taahhüt etmek Bakanlık veya MAPEG’ in görevidir. Ancak bu görev ,sadece kanuna “ çevreye saygı “ veya “sürdürülebilir madencilik” şerhinin konması ile yerine getirilmiş olmaz. Oluşacak zararı tazmin edeceğini açıkça beyan etmekle mümkündür.
Maden kaynakları bölünmemelidir
a)Anayasamızın 168 . maddesi doğal kaynaklarda devlete yetki tanır. Yetkinin konusu kaynakdır.Oysa mevcut kanunda kaynak değil koordinat sistemine göre ruhsat verilmektedir.Bu nedenle ekonomik bütünlük kaybolmaktadır. Arazi değil maden kaynakları görünür rezerve göre ve üç boyutlu olarak ruhsatlandırılmalıdır.
- b) Maden ruhsatları bölünmemelidir
c)Rödövans kaldırılmaldır
Mevcut kanunda , maden haklarının bölünemezliği ,bir kanun başlığı iken, sonradan bu kuralın içi rödövans sözleşmeleri ile boşaltılmıştır. Rödövans sözleşmesi, ruhsat sahibinin ,ruhsattan doğan haklarını bir üçüncü şahsa kiralamasıdır. Bu durumda ruhsat alanında elde edilen hasılat ruhsat sahibi ve rödövanscı arasında pay edilmektedir. Bir başka deyişle madenden elde edilen hak bölünerek paylaştırılmaktadır. Bu durumda ekonomik bütünlüğü bozar. Çünkü ,bütün faaliyeti gerçekleştiren rödövanscı ,ruhsat sahibine sadece ruhsat sahibi olarak ayrıca kira ödemek zorunda kalmaktadır.
Bundan başka Tbmm Soma Maden Kazalarını Araştırma Komisyonu Raporu ve TMMOB Soma Katliamı , devlet denetleme kurulu raporlarında rödövans sözleşmesinin katliamın oluşmasının en büyük sebepleri arasında sayılmıştır.
Tüm bu nedenlerle rödövans sözleşmeleri maden kanunundan çıkarılmalı, sadece maden yapabileceklere ruhsat verilmeli, ruhsat kiralamaya son verilmelidir.
Madencilik faaliyeti kamu yararına yapılmalıdır
Devletin hüküm ve tasarrufunda olan madenlerin, kendine özgü olarak kamu malı olduğu ,başka kamu yararı içeren hizmetlerle çakıştığında,üstün kamu yararı özelliği ile diğer kamu yararı içeren hizmet ve faaliyetlere göre öncelik ve tercih sebebi olabilmektedir [5] görüşü doktrinde kabul görmektedir.
Ancak kamu yararı tartışmalı bir kavramdır. Ülkemizde , büyük ölçekli maden varlığı da sınırlı olduğu için, tüm madenlerin devlet eliyle işletilmesi kamu yararını karşılamıyor olabilir. Bu nedenle, büyük ölçekli madenlerin devlet eliyle işletilmesi ekonomik ve ülke ihtiyacının karşılanması bakımından doğru çözüm ve kamu yararına olduğu düşünüle bilinir.
Madenler bulundukları yerde üretilmelidir.
Madencilik faaliyetini diğer sanayi disiplinlerinden ayıran temel fark, madenlerin bulundukları yerde işletilmeleridir. Bu nedenle , ruhsatların birleştirilmesinde bu ilke göz önünde bulundurulmalıdır
Maden kanunu adil olmalıdır
a)Adalet ,kavramı genel olarak eşitlik, eşitlik ise ,eşitler arası eşitlik olarak kabul görmüştür.Ayrıca zayıfın korunması,avantajsız olanın, avantajlı hale getirilmesi diye de anlaşılmaktadır. Bu genel ilke madencilikte , küçük ve orta boy madencilerin korunması şeklinde uygulanmalıdır.
b)Bu konu ile ilgili olarak, Maden Kanununda idari para cezaları maktudur ve her madenciye eşit olarak uygulanmaktadır. Bu cezalar küçük ölçekli madenci için yıkım olurken, büyük ölçekli madenci için ise caydırıcı değildir. Bu nedenle idari para cezaları nisbi olmalıdır.
c)Ayrıca , teşvikler ,büyük ölçekli madenciler ve özellikle altın madencilerine kullandırılmaktadır. Bu durum ise adil değildir. İdarenin amacı, küçük ve orta boy madencileri teşvik etmek olmalıdır.
- d) Devlet hakkı madenin tenörüne göre ve her projeye göre ayrı değerlendirilmelidir.
Maden Kanunu ,diğer kanunlarla uyumlu olmalıdır
Maden Kanunu , öncelikli olarak ,diğer doğal kaynaklar hukukunda yer alan petrol,jeotermal kaynaklar ve mineralli sular ile YEK kanunu ile uyumlu olmalıdır. Bundan başka , genel kanunlar ve özellikle çevre kanunu ile uyumlu olmalıdır. Çevre Kanunun 3. Maddesi çevre kanunun ilkelerini açıklar. Maden Kanunu ise ilkesiz bir kanundur. Bu nedenle öncelikli olarak Maden Kanunun ilkeleri belirlenmelidir.
Ayrıca Maden Kanunu,Petrol Kanunu ile uyumlu değildir.
Maden Kanunu kişiye veya gruba özel vesayet tanımamalıdır
- Umrek,daimi nezaretçi,ytk, vardiye mühendisi gibi ayrımlar kanun değil işverenin sorumluluğundadır. Bu nedenle maden mühendisleri arasında ,belli gruba ayrıcalık tanımak eşitlik ilkesine aykırıdır.
Umrek zorunluluğu ,buna ihtiyacı olan ve hisselerinin halka arzı söz konusu olan madenciler tarafından değerlendirilmeli, ancak böyle bir ihtiyacı olmayan ve çoğunluğu küçük ve orta boy madencilerden olanlara zorunlu kılınmamalıdır
- Cumhurbaşkanı ve bakana ınsan ömründen daha uzun süreli yetki tanınmaz
Her maden projesi ayrı değerlendirilmelidir
Maden Mühendisliğinde mevcut hazırlanan bir projeyi, bir başka madencilik faaliyetine aynen uygulamak mümkün değildir. Bu nedenle , idare, maden ismine göre değil, projeye göre sınıflandırma yapmalıdır.
Bilime uygun yapılmalıdır
Büyük ölçekli maden projeleri ulusal maden konseyince denetlenmelidir.
İnivasyona açık olmalı
- Yek nedeniyle güneş enerjisi faaliyetleri arttı ve cam talebide arttı .Bu nedenle silis kumu ve kuvars ,
- Enerji depolamada pil ve batarya için Lityum,Nikel,Cadmiyum,
- Radyoaktif mineraller uranyum için teşvik edilmelidir.
[1] http://www.mapeg.gov.tr/maden_istatistik.aspx
[2] http://o.ogren-sen.com/ekonomi/6418/index.html?page=7
[3] http://www.izto.org.tr/Portals/0/Argebulten/madencilisektoru_ayetim.pdf
[4] http://altinmadencileri.org.tr/aktif-olan-altin-madenleri/
[5] Tüm yönleriyle Maden hukuku, Bünyamin Çitil,s:29
Ankara Barosu Avukatlık ve Staj Akademisi tarafından “Enerji ve Maden Sözleşmelerinde Mücbir Sebep” online eğitimi 15.05.2020 tarihinde düzenlendi. Eğitimin canlı kaydı aşağıda yer almaktadır.
SÜRDÜRÜLEBİLİR MADENCİLİĞİN ELEŞTİRİSİ (CRITICISM OF SUSTAINABLE MINING)
ÖZET
Kalkınma kavramı günümüzde çok kullanılmaktadır. Kavram, daha çok iyiyi ve güzeli çağrıştırmaktadır. Önceleri sadece kalkınma kavramı varken, şimdilerde sürdürülebilir kalkınma kavramı daha güncel hali ile karşımıza çıkmaktadır. Bu kavramın madenciliğe uyarlanması da sürdürülebilir madencilik olarak nitelendirilmektedir. Bu yazı da, kalkınma, sürdürülebilir kalkınma ve nihayetinde sürdürülebilir madencilik üzerine oluşan tartışmalar gündeme getirilmekte, başlıca iki görüş tartışılmaktadır.
ABSTRACT
Today, the concept of development is widely used. The concept evokes the words that are “beautiful” and “better”. While the concept of development was at first, the concept of sustainable development is now in its current form. Adaptation of this concept to mining sector is also considered as sustainable mining. In this article, development, sustainable development and sustainable mining will be discussed within two main aspects.
GİRİŞ
Kalkınma günümüzde çok rastladığımız bir kavramdır. Günlük hayatımızda kişisel olarak kullandığımız gibi ulusların mutluluk ya da iyimserlik gibi beklentilerinin ölçülmesi için de kullanılmaktadır. Ülkemizde iktidar partisinin adın da bile kalkınma vardır. Ayrıca çok yeni geçmişe kadar kalkınma bakanlığımız da vardı. Kalkınma ajansı, kalkınma bankası gibi teşkilatların da mevcut olduğunu biliyoruz. Kalkınma, madencilik iş kolu için de çok sık kullanılmaktadır. Zamanımızın güncel karşılığı ise sürdürülebilir madencilik karşımıza çıkmaktadır.
O halde, kalkınma, sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir madencilik konusundaki açıklamalarımıza geçebiliriz.
Kalkınma
Türkçede kalkınma, ilerleme (terakki) modernleşme, çağdaşlaşmanın eşanlamlısı olarak kullanılmaktadır. Kalkınma yerine de “gelişme” kavramı tercih ediliyor. Latin kökenli Batı dillerinde “development / underdevelopment”,ikilemi bizde, kalkınma/azgelişmişlik veya gelişmişlik/azgelişmişlik biçimini almaktadır. Kemal Demiray’ın Temel Türkçe sözlüğünde kalkınma, kalkınmak eylemi, kalkınma hızı, bir ülkede iki tarih arasında ekonomide ki gelişme olarak anılmaktadır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde ise, kalkma, kalgımak, kalkındırmak, kalkınmasını sağlamak; kalkınmak, düşmüş olduğu perişan durumdan kurtulmak şeklinde tanımlanmaktadır (Başkaya, 2011). Tanımlara bakıldığında hepsinde ortak olan içerik olumludur. Arzu edilebilir, ulaşılması gereken olarak gözükmektedir.
Kalkınma Kavramının Geçmişi
Ulus devletlerin kurulmasından önceki dönemde kalkınma kavramına rastlanmamaktadır. Ulus devletlerin kurulmasından sonra, uluslar arasındaki kabul edilemeyen eşitsizlikler kalkınma kavramını da doğurmuştur. Bu nedenle Kalkınma kavramı 1950 ’li yıllardan itibaren literatüre girmiştir (Başkaya, 2011). Önceki dönemde geçerli olan “ilerleme”, ”modernleşme”, ”batılılaşma” veya ”muasır medeniyetler seviyesi” ifadelerinin yerini kalkınma sözcüğü almıştır.
Benzer açıklama “Kalkınmanın deniz feneri İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra inşa edilmiştir. Avrupalı sömürgeci devletlerin çökmesinden sonra ABD, kurucu babalarının vasiyet ettiği “yol gösterici fener” olmak görevine dünya çapında bir boyut kazandırma fırsatı bulmuştur. Kalkınma fikrini ABD ortaya attıktan sonra bütün ülkelere kendisini izleme çağrısında bulunmuştur. Bundan sonra Kuzey ile Güney arasında ki ilişkiler bu kalıba uygun olarak sürdürülecek; “kalkınma” cömertlik, rüşvetçilik ve Güney’e ilişkin politikaların özelliği olan baskının karışımı bir genel çerçeve içinde gerçekleşmiştir. Yaklaşık yarım yüzyıl boyunca gezegen üzerinde iyi komşuluk, “kalkınma” kavramı ile birlikte düşünülmüştür (Sachs, 2007).
Kalkınma kavramının ilk defa ABD Başkanı Truman’ın 20 Ocak 1949 tarihindeki başkanlığa seçildiği gün yaptığı konuşma ile başladığını söyleyen görüşler de mevcuttur (Estevo, 2007). Bu konuşmasında Truman,
“Azgelişmiş bölgelerin geliştirilmesi için ve ekonomilerinin büyütülmesi için bilimsel ilerlememizi ve endüstriyel gelişmemizi yeni bir cesur program ile bu bölgelere sunmamız gerekiyor.
Eski emperyalizmin başka ülkelerden kar elde etmesi gibi bir anlayışın bizim programımızda yeri yoktur. Bizim tasarladığımız demokratik ve namuslu alışveriş yapma ilkesini temel alan bir kalkınma programıdır. denmektedir.
O halde kalkınma kavramının İkinci Dünya Savaşından sonra 1950’li yıllarda ortaya çıktığını ve az gelişmiş ülkeleri, gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkartmak amacı taşıdığını söyleyebiliriz. Kalkınma kavramının, gelişmiş olan ABD’nin ortaya çıkardığını da vurgulamak gerekmektedir.
Ayrıca Estevo (2007)’nun “Günümüzde dünya nüfusunun üçte ikisini oluşturanların kalkınmayı herhangi bir kalkınmayı hayal edebilmeleri için önce kendilerinin azgelişmiş olduğunu algılamaları ve bu kavramın yaptığı çağrışımların bütün yükünün farkında olmaları gerekiyor” açıklamasına da hak vermemek mümkün değildir. Kalkınma kavramını tanımlayanlar, azgelişmiş ülkeler için iki hedef öngörmüşlerdir. Bunların ilki “herkes yarışta en önde gibi olacaktır (Küçük Amerika yaratma); ikincisi ise önde gidenler gibi olmak mümkündür. Bunun sonucunda, insanlar kalkınma diye bir şeyin mevcut olduğuna, bunun olumlu ve arzulanır bir şey olduğuna inandırılmıştır.
Sınırsız kalkınma hedefi sonucunda, kalkınma amacının sınırsız kullanımı ile hava, toprak, gürültü, elektromanyetik, genetik, ışık, görsel, sınırı aşan, küresel, uzay, atmosfer, uluslararası kirlilik yanında, ormansızlaşma, küresel ısınma ve asit yağmurları ile karşılaşılmıştır. Çevreci tepkilerin yoğunlaşması ve kirliliğin insan hayatını hissedilir derecede etkilemesi sonucu sınırsız kalkınma kavramının değiştirilmesi ve sınırlandırılması uluslararası bir ihtiyaç halini almıştır.
Sürdürülebilir Kalkınma
Yukarıdaki açıklamalar neticesinde, “sürdürülebilir kalkınma” kavramı, ilk uluslararası ifadesini, Haziran 1972’de İsveç’in Stockholm kentinde yapılan “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı” sırasında bulmuştur. “6 Haziran BM Dünya Çevre Günü”ne adını vermesi dışında hatırlanmakta güçlük çekilen bu Konferans’ın temel çıktısı olan Stockholm Bildirgesi’nde, çevrenin “taşıma kapasitesine dikkat çeken, kaynak kullanımında kuşaklar arası hakkaniyeti gözeten, ekonomik ve sosyal gelişmenin çevre ile bağlantısını kuran ve kalkınma ile çevrenin birlikteliğini vurgulayan ilkeler, “sürdürülebilir kalkınma” kavramının temel dayanaklarını ortaya koymuştur.
1983 yılında BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu oluşturulmuştur. Bu Komisyon tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda, 1987 yılında “Ortak Geleceğimiz” başlıklı ünlü rapor yayımlanmıştır. Komisyona başkanlık eden Gro Harlem Brundtland’ın, aynı dönemde Norveç Başbakanı olması sonrasında sağlanan güçlü politik destek nedeniyle, “Brundtland Raporu” olarak da adlandırılan bu rapor, “sürdürülebilir kalkınma” kavramına zengin bir içerik kazandırmakla kalmayarak, bunun yaşama geçirilmesine yönelik küresel eylem planına giden yolun temel taşlarını döşemiştir.
Brundtland Raporu’nda getirilen “sürdürülebilirlik” tanımı, bugün için de geçerliliğini büyük ölçüde korumaktadır: “Sürdürülebilir kalkınma, bugünün gereksinim ve beklentilerini, gelecek kuşakların kendi gereksinimlerini ve beklentilerini karşılama olanaklarını tehlikeye atmaksızın karşılamaktır” (Brundtland Raporu, 1987). Bu tanımdan hareketle, yerel yönetimlerin dünya ölçeğindeki çevre kuruluşu niteliğini taşıyan ICLEI – Uluslararası Yerel Çevre Girişimleri Konseyi tarafından sürdürülebilir kalkınma, gelecek kuşakların yaşam düzeylerini tehlikeye atmadan ve bugünün sorunlarını çözerken geleceği yaşanmaz hale getirmeden, toplumların esenlik ve gönenç artışının sağlanabilmesini ifade edecek şekilde, raporda şu şekilde tanımlanmaktadır: Sürdürülebilir kalkınma, temel çevresel, sosyal ve ekonomik hizmetlerin, bu hizmetlerin dayandığı ekolojik ve toplum merkezli sistemlerin varlığını tehdit etmeksizin, herkese sunulabildiği kalkınma ”olarak tanımlanabilir. Sürdürülebilir kalkınma, yaşayan ve gelecekte yaşayacak tüm insanların, mevcut çevresel sınırlar dahilinde, sosyal ve ekonomik gelişmeye adil olarak katılmalarını sağlayabilmek için gerekli olan üretim ve tüketim tarzlarındaki değişimlerle ilgilidir.
Bunun sonucunda, yaklaşık 50 yıl süren kalkınma kavramının yaşamı sona ererek, yerini sürdürülebilir kalkınma kavramına bırakmıştır.
Sürdürülebilir kalkınma kavramının bugün ki durumu:
Sürdürülebilir kalkınma, bugün hala, gerek hükümetlerin ve gerekse çevreye karşın faaliyet gösteren firmaların misyonu olarak lanse edilmeye devam edilmektedir. Gerek dünyada ve gerekse ülkemizde sürdürülebilir kalkınma ve özelinde sürdürülebilir madencilik tüm şirketlerin genel stratejileri arasında yer almaktadır.
Ancak geçen 20 yılda sürdürülebilir kalkınma ve özelinde sürdürülebilir madencilik bir yol almışsa da; beklenen sonuç sağlanmış gözükmemektedir. Sürdürülebilir madencilik, madencilikteki ÇED (Çevre ve Etki Değerlendirme) raporlarının kısmen de olsa hayata geçirilmesi ile bir aşama kaydetmiştir. Fakat bununla ilişkili eleştiriler de yapılmaya başlanmıştır: “Günümüzde, ÇED sürecindeki Halkın Katılımı Toplantısı’nın ya da reklam kapsamı dışına çıkamayan halkla ilişkiler çalışmalarının yöre halkının madencilik projesini benimsemesi (sosyal onay) için yeterli olmadığı, artık anlaşılmıştır (Oygur, 2019).
Yine benzer şekilde sürdürülebilir madenciliğin kavram olarak hoş karşılanmasına rağmen, içeriğinin tam belirlenememesi ve ölçülememesi nedeniyle de eleştirilere neden olmaktadır. Nitekim “Ayrıca sürdürülebilirliğin “sektörel karar alma süreçlerine ölçülebilir şekilde entegre edilememesi de bu kavramın, maden şirketlerinin faaliyetlerini sorunsuz uygulayabilmeleri için çevreci bir göz boyama olarak kullandıkları bir kavram” değerlendirilmesi yapılmasına neden olmaktadır (Vanclay, 2004; Kirsch, 2009).
Bu eleştirilerin artması, sürdürülebilir madenciliğin kendinden beklenen faydaları karşılamaması nedenleri ile ve belki de sürdürülebilir madenciliğe bir içerik kazandırmak amacı ile madencilikte “sosyal onay” kavramı gündeme getirilmiştir.
Sosyal Onay
Sosyal onayla ilgili olarak dünyada, 90’lı yılların başında, iyi belgelenmiş kimyasal sızıntılar ve atık barajlarının yıkılması olaylarına bağlı olarak toplumla artan çatışmaya girmesi sonucunda madencilik sektörü, kendisini kamuoyunun yakından incelemesi altında bulmuştur. 1997’de, Dünya Bankası’nın düzenlediği “Madencilik: Gelecek 25 Yıl” konferansında, James Cooney yaptığı “Politik Riskin Yönetiminde Öne Çıkan Konular” başlıklı sunumda İşletme İçin Sosyal Lisans alınmasını önermiş ve madencilik yazınına girmiştir (Thomson ve Boutilier, 2011). Şu halde Sosyal Onay kavramı sürdürülebilir kalkınma kavramıyla yakından bağlıdır. Sosyal onayın tanımı ilk kez Joyce ve Thomson (2000) tarafından “Bir maden arama veya işletme projesine ait etkinliklerin yürütülmesi için toplumun geniş anlamda kabulüne, onayına sahip olunduğunda İşletme İçin Sosyal Lisans mevcuttur” şeklindeki açıklamalara rastlanmaktadır (Oygur, 2018).
Endojen Kalkınma
Endojen kalkınma her ülkenin kendi özgeçmişine ve kendi öz kaynaklarına dayalı, orijinal bir kalkınma yolu bulması, sürece egemen olması, kitlelerin, son analizde bir toplumsal değişim süreci olan kalkınmaya aktif olarak katılması, sürecin öznesi durumuna gelmesi, kar maksimizasyonu yerine, gelir maksimizasyonunun alması, özel sermayenin kar oranını yükseltmesi yerine, yaşam kalitesinin yükseltilmesi kaygısının öne çıkarılması, neoklasik iktisadi yaklaşımların yerine sermeye birikiminin değil maddi refahın ortaya çıkarılması gibi tezleri içermektedir (Başkaya, 2007).
Buraya kadar yapılan açıklamalarla, kalkınma kavramının giderek sınırlandırma isteğinin öne çıktığı, içerik olarak belli aşamalar kaydederek, sürdürülebilir kalkınma ve sosyal onay (sosyal lisans),endojen kalkınma olarak gelişme gösterdiği görülmektedir.
Sonuç
Bu kavramlara yapılan en güçlü karşı geliş düşüncesi ise, “kalkınmamış sayılanlar, kalkınmışlığı temsil edenler tarafından tanımlanıyor. Kalkınmış olduğu varsayılanlar ötekilerin kalkınmamış olduğuna karar veriyorlar. Kalkınmışlığa hüküm giymiş olanlar, ancak cezalarını çekerek, ıslah olarak, ötekilere benzeyerek bu durumdan kurtulabilirler” şeklinde açıklanarak öncelikli olarak tanımlarda usül hatasını vurgulamaktadır.
Bir diğer eleştiri ise, kalkınmanın yalnızca GSMH ile ölçüldüğü, parasal karşılığı olmayan hiçbir şeyin GSMH’ya dahil edilemeyeceği ve kalkınmışlık ölçüsü olamayacağı yönünde idi. Ancak, kalkınma sadece maddi refahın (beslenme, barınma, sağlık, eğitim, fırsat eşitliği vb.) artması değil, aynı zamanda, insan hakları, siyasal haklar uygun bir doğal ve sosyal çevrede yaşama vb. de, artık refah göstergeleri arasına dahil edilmiş durumdadır.
Ancak temel eleştiri, doğal kaynakların mevcut sistemde kar amacı ile yapılıyor olması, mülkiyet kavramının doğal kaynaklar üzerinde de genişlemesi ile açıklanmasıdır. Bunun sonucunda kalkınma sadece mülk ve sermaye sahiplerinin menfaatine, yoksulların ise daha yoksullaşmasına neden olduğu yönündedir.
Kaynaklar:
Başkaya, F., 2011, “Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Çöküşü”, Öteki Yayınevi, Ankara.
Sachs, W. 2007, “Kalkınma Sözlüğü”, Özgür Üniversite.
Estevo, G., 2007, “Kalkınma Sözlüğü”, Özgür Üniversite.
http://habitatkalkinma.org/dl/uploads/2014/03/YG21ElKitabi.pdf 17.9.2015 tarihinde alınmıştır.
Sürdürülebilir Madencilik için Önemli Bir Esas: Saydamlık
Sürdürülebilir Madencilik için Önemli Bir Esas: Saydamlık
(PDF) Madencilik Sektörü için Sürdürülebilirlik Kriterleri Sustainability Criteria for the Mining Sector (in Turkish). Available from: https://www.researchgate.net/publication/311706179_Madencilik_Sektoru_icin_Surdurulebilirlik_Kriterleri_Sustainability_Criteria_for_the_Mining_Sector_in_Turkish [accessed Jan 05 2019].

Ankara Barosu Enerji Hukuku Kurulu tarafından, 11 Şubat 2019 Pazartesi günü düzenlenen, “Maden ve Enerji Hukukunda Yapılan Son Değişiklikler ve Güncel Sorunlar” paneli, Ankara Barosu Eğitim Merkezi’nde gerçekleştirildi. Ankara Barosu Başkanı Avukat Erinç Sağkan‘ ın açılış konuşması ile başlayan, Ankara Barosu Avukatlarından (eski maden mühendisi) Ömer Günay‘ın moderatörlüğünde devam eden panelde;
- Eski Maden Mühendisi Avukat Ömer Günay,
- Maden Kanunundaki Değişikliklerin Etkileri ve Yasalaşma Süreci konu başlığında Talat Karataş (TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi),
- Elektrik, Petrol ve LPG Piyasaları Kanunlarındaki Değişiklikler ve Bu Piyasalara İlişkin Mevzuattaki Güncel Sorunlar konu başlığında Av. Dr. Suat Dursun,
- Maden Kanununda İdari Yaptırımlara İlişkin Değişiklikler ve Yargı Yolu konu başlığında Av. Buğcan Çankaya,
konuşmalarını gerçekleştirmişlerdir.
Maden Mühendisleri Odası’nca bu yıl 21. düzenlenen “Türkiye 21. Uluslararası Kömür Kongresi” Zonguldak’ta yapıldı.
Av. Ömer Günay tarafından kongre kapsamında 12 Nisan Perşembe günü yapılan konuşmada Türkiye’deki maden mevzuatı mevcut durumu ile ilgili eleştiriler dile getirildi.
Ankara Barosu Enerji hukuku kurulu tarafından düzenlenen Maden hukuku sertifika programı, 9-10-16-17 Aralık 2017 tarihlerinde yapıldı.
Sc İnn Otel’de gerçekleştirilen programda Eğitim programını başarıyla tamamlayan avukatlara sertifikalarını, Ankara Barosu Başkan Yardımcısı Av. Erinç Sağkan verdi.
Sertifika törenine ayrıca Enerji Hukuku Kurulundan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Çağrı Ayhan Şenel, Ankara Barosu Enerji Hukuku Kurulu Başkanı Av. Zuhal Bereket Baş, Kurul üyeleri Av. Ömer Günay ve Av. Buğcan Çankaya da katıldı.
İdarenin bir bütün olmasına rağmen, zaman zaman farklı bakanlıklar birbirlerinden habersiz farklı projeler üretmekte ve bu projeler kimi zaman madencilik faaliyetleri ile de çakışmaktadır.Otoyol projelerinde ki güzergah,baraj inşaatı, demir yolları, havaalanı, liman, baraj, enerji tesisleri, petrol, doğalgaz, jeotermal boru hatları, su isale hatları ile maden projeleri kimi zaman çakışmaktadır. Bu durumda, hangi projeye öncelik verileceği ve hangisinden vazgeçileceği ve tazmin usullerine karar vermek gerekecektir.
.
İşte bu amaca yönelik olarak,üstün kamu yararını tespit etmek, üstün kamu
yararı kararı verilen projeye devam ettirmek, diğer projede kazanılmış hakları
korumak ve tazmin etmek üzere Maden Kanununda düzenleme yapılmıştır.İlgili hüküm Maden Kanunu: 7 maddesinin 11 fıkrasıdır ve şu şekildedir:
“Madencilik faaliyetleri ile Devlet ve il yolları, otoyollar, demir yolları, havaalanı,liman, baraj, enerji tesisleri, petrol, doğalgaz, jeotermal boru hatları, su isale hatları gibi kamu yararı niteliği taşıyan veya gerçek/tüzel kişilere ait diğer yatırımların birbirlerini engellemesi, maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda, madencilik faaliyeti ve yatırımla ilgili karar, Kurul tarafından verilir”.
Kurul kavramı maden hukukuna yeni girmiş bir kavramdır. Kurul kararına konu olan uyuşmazlık, idare tarafından madencilik faaliyeti yapılmasının mümkün olmadığı bir alana, madencilik faaliyeti yapılmasına izin verilmiş olması halidir.
Kurul kararları ile ilgili düzenlemeyi üç başlık altında incelemek mümkündür:
Grubuna bakılmaksızın arama döneminde olan veya I. grup veya II. grup a ruhsatında olup,ruhsat alanında yatırımında olmadığı ve görünür rezervin henüz tespit edilmediği durumlar
Maden Kanunu 7/12 Herhangi bir yatırım yapılmamış I. Grup ve II. Grup (a) bendi madenler, mıcır, kaba inşaat, baraj, gölet, liman, yol gibi yapılarda kullanılan her türlü yapı hammaddeleri için verilen ruhsatlar ile görünür rezervi belirlenmemiş diğer grup maden ruhsat sahaları ile çakışan aynı yerdeki diğer yatırımlara Genel Müdürlükçe izin verilir
a) Herhangi bir yatırım yapılmamış I. Grup ve II. Grup (a) bendi madenler ile çakışan diğer yatırımlar
b) Mıcır, kaba inşaat, baraj, gölet, liman, yol gibi yapılarda kullanılan her türlü yapı hammaddeleri için verilen ruhsatlar (izinler) ile çakışan diğer yatırımlar
c) Görünür rezervi belirlenmemiş diğer grup maden ruhsat sahaları ile çakışan aynı yerdeki diğer yatırımlar
Bu üç durumda, madencilik faaliyetinin yapılması yerine diğer yatırımların öncelik hakkı vardır. Burada ki ölçü henüz görünür rezervin belirlenmemiş olmasıdır. Madencilik süreci içinde, mevcut durumda, henüz görünür rezervi tespit edilememiş aşama söz konusu ise , diğer yatırımların yapılmasına engel teşkil etmez. Bir başka deyişle, görünür rezerv yok ve yatırımda yoksa ,tazminat da yoktur.
Bu durumda karar Genel Müdürlükçe verilir. Bununla ilgili olarak kurula gidilmez
Grubuna bakılmaksızın ruhsat alanı ile çakışan, fakat görünür rezervle çakışmayan durum söz konusu ise,
Maden Kanunu 7/12 Ruhsatlı sahalarda görünür rezervi belirlemek üzere yapılan sondaj, kuyu, galeri, desandre gibi işler için yapılan yatırımların ve maden varlığının belgelenmesi durumunda tespit edilen görünür rezerv alanı dışındaki alanlar için, diğer yatırımların madencilik faaliyetlerini engellemeyeceğine Genel Müdürlükçe karar verilmesi halinde diğer yatırım için izin verilir.
Bu durumda ruhsat alanında çakışan alan ile yatırımın engellenip engellenmediğine Genel Müdürlük tarafından karar verilecek ,idarenin kararına göre ,eğer madencilik faaliyeti ile birlikte sürdürülebilecek ise yatırım için izin verilecektir.
Eğer madencilik yatırımı ile diğer yatırım çakışıyorsa ve bu durum Genel Müdürlükçe tespit edilmiş ise, bu halde Genel Müdürlük durumu Kurula götürecek ve Kurul karar verecektir.
Grubuna bakılmaksızın ruhsat alanı ile çakışan, görünür rezervle veya işletme izin alanı ile çatışan durum söz konusu ise:
Bu durumda , Maden Yönetmeliğinin 121 .maddesinde sayılan usüller çerçevesinde ve sadece yatırım giderleri tazmin edilecektir.
Yatırım giderlerinin tesbitinde,tazminata esas değerin hesaplanmasına çatışmanın heyet tarafından tespiti tarihi esas alınarak başlanacaktır. Bundan önce ki süreler ile ilgili tazminat düşünülmemektedir. Ancak “Madencilik faaliyetleri ile ilgili yatırım gideri, ruhsat hukuku ile başladığı ve devir edilen ruhsatlarda devir öncesi yatırım gideri de dahil olmak üzere tüm yatırım gideri yeni ruhsat sahibine ödenir. Taraflar arasındaki devir tutarı yatırım giderine dahil edilmez.” Kuralı getirilmiştir.
Ruhsat sahibi, sahayı devir almışsa, devir işlemi de Bakan oluru ile yapılabildiği ve sicile işlenmek zorunluluğu nedeniyle, taraflar arasında yapılan devir tutarının tazmin edilmemesinin haklı bir gerekçesi yoktur.Diğer yandan Yönetmelik 121/5
“b) Yatırım gideri, fatura veya dekonta göre, fatura veya dekontun ibraz edilememesi durumunda ise fiili tespite göre belirlenir”
şeklinde düzenlendiği içinde sözleşme veya fatura veya dekontun ibraz edilmesi halinde taraflar arasında ki devir tutarı tazminat hesabına dahil edilmelidir.
Nitekim, Yönetmeliğin 121/5 h fıkrasında :
” İhale yoluyla alınan ruhsatlarda, çakışan alandaki madencilik faaliyetleri dikkate alınarak, ruhsatın arama ruhsatı veya işletme izni olmayan işletme ruhsatı olması durumunda ihale bedeli yatırım gideri hesabına dahil edilir. İşletme izinli ruhsatlarda ise yatırım kalemi olarak kabul edilecek ihale bedelinden, ruhsat süresi oranında düşülerek hesaplama yapılır. Hesaplamalarda yeniden değerleme oranı üzerinden işlem tesis edilir.” Şeklinde düzenleme karşısında tarafların devir bedelinin ödenmemesinin haklı bir gerekçesi görülmemektedir.
Ayrıca fiili tespitten ne anlaşılması gerektiği de tartışılmalıdır. Fiili tespit, heyetin sahada yaptığı tespit olarak anlaşılmakta ise de , geçici tatil, üretim aksaması, iş makinelerini tamir bakım için sahada bulunmaması, menkullerin haciz ve ipoteği durumlarında idarenin tespiti gerçeği yansıtmayacaktır.
Bir diğer düzenleme yönetmeliğin 121 /5 n fıkrasıdır :
“Yatırım gideri ödeninceye kadar yatırım/madencilik faaliyetleri sürdürülür. Ödemenin yapılmasına müteakip yer teslimi yapılır.
Şeklindedir. Uygulamada kısmen veya tamamen çakışma varsa mevcut yatırımı devam ettirebilmek adına ,madencilik faaliyetinin durdurulmasına karar verilmekte ve karar tebliğ edilmektedir. Öncelikli olarak kısmi veya tam çakışma halinde ,madencinin faaliyeti durdurulduğu için bir zararı doğmakta ve yukarda ki kurala göre de ödemenin yapılacağı ana kadar hem yatırımcı ve hem de madencilik faaliyetinin sürdürüleceği ifade edilmektedir. Çakışma halde olduğu halde her iki faaliyetin nasıl bir arada devam ettirileceği belli değildir. Bu ara dönemle ilgili düzenlemeye tesadüf edilmemiştir. Bu düzenleme , düzenleme amacından çok, yatırımcı kuruluşla, ruhsat sahibini karşı karşıya getirecek ve kaos çıkartacak bir kuraldır.
Yönetmeliğin 121/13 .fıkrası ise
“Madencilik faaliyetleri ile Devlet ve il yolları, otoyollar, demiryolları, havaalanı, liman, baraj, enerji tesisleri, petrol, doğalgaz, jeotermal boru hatları, su isale hatları gibi kamu yararı niteliği taşıyan veya gerçek ve tüzel kişilere ait diğer yatırımların birbirlerini engellediğinin tespit edilmesi durumunda, gerekli görüldüğünde yatırımcı ve maden ruhsat sahibi ile kamu kurum ve kuruluş yetkililerinin katılımıyla Genel Müdürlüğün koordinasyonunda toplantı düzenlenir. Proje dosyası üzerinde inceleme yapılması sonucunda bir çözüme ulaşılamaması ve gerekli görülmesi halinde ilgili tarafların katılımıyla proje sahasında tetkik yapılarak yatırımların birbirlerini engelleme olasılıklarının ortadan kaldırılmasına yönelik çalışma yapılır. Yapılan çalışmalara ilişkin değerlendirmeler tutanak haline getirilerek Kurul Sekretaryasına sunulur.”
Şeklindedir. Ancak bu kuralın işletildiği hal çok kısıtlıdır. Bu kuralın öncelikli olarak uygulanması gerekirken ,gerekli görülmesi halinde uygulanması idarenin tek yanlı kararlarının olumsuzluğunu da beraberinde doğurmaktadır.
Çıkan uyuşmazlıklardan da anlaşılmaktadır ki, Burada en büyük sorun tazminata esas değerlerin içinde sadece yatırımla ilgili kalemler yer almakta, kar mahrumiyeti yer almamaktadır. Kurul kararlarına sebep olan durum için madenciye, hiç bir şekilde kusur yüklenemez. Bu nedenle de maden ruhsatı sahibinin kusursuz olduğu bir durum
söz konusudur. Kusur yüklenemeyen maden ruhsatı sahibinin durumu ise, kazanılmış hakların tespiti ile, zararın devlet tarafından ödenmesi gerektiği de aşikardır. Yukarda açıklandığı üzere, sadece yatırım giderlerinin tazmini, zararın tümünü karşılamayacaktır.Bu nedenle de ruhsat sahibinin zararın tamamının karşılanması ile ilgili talep hakkının doğacağını düşünülmektedir.
Konunun uluslararası boyutu olarak doktrinde yatırım giderlerinin tartışılmasında “…bir yabancı girişimci, ortada gerçekleşmiş bir yatırımın henüz bulunmadığı aşamada dahi, sadece kendisine ruhsat verilmiş olması itibarıyla “yatırımda bulunmuş veya yatırımı gerçekleştirmiş” şeklinde değerlendirilebilecek bir konuma yükseltilmekte ve yatırım tahkimi korumasına kavuşturulmaktadır. İdare hukuku öğretisinin ve giderek yargının bu hususu dikkate alması gerektiği ise açıktır” görüşü ile de bu durum vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak, günümüz dünyasında da ve ülkemizde yeni trend mega projeler devridir. Bu projelerin kamu yararı ile tartışmaları devam ederken, bu kez de madenciliğin anılan projelere feda edilmesi sonucu doğmuştur. Artık maden ruhsatı sahibi, maden ruhsatı ve maden izinleri gibi çok sancılı dönemleri aşmış olsa bile ,her an bir mega projenin gazabına uğrayabilir.
Maden ruhsat sahibi için ruhsat bir hukuki güvencedir.Madencilik yatırımlarının teşviki ve tercihi hukuki güvence ile sağlanabilir. Hukuki istikrarın olmaması bile başlıbaşına madencilik için bir güvensizlik ortamı doğurmaktadır.
Yukarda anlatıldığı üzere kurul kararları ve tazmin usulü güvenceyi artırıcı değil, azaltıcı ve yok edici şekilde düzenlenmiş olduğu sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle de Kanunda 7 maddenin ilgili fıkrası ve yönetmeliğin 121 maddesinin ruhsat ve hukuki güvence sağlayabilecek,kazanılmış hakları koruyacak şekilde ve acil olarak yeniden düzenlenmelidir.
Maden Kanununda 4.2.2015 tarihinde yapılan esaslı değişiklikler yapılmış ve yeni yönetmeliğin 8 ay içinde çıkarılacağı düzenlenmişti. 2.5 yıl sonra yapılan düzenleme 21.09.2017 günü Maden Yönetmeliği olarak yayınlanmış ve yürürlüğe girmiştir.Bu yazıda gerek kanun ve gerekse yeni çıkan yönetmelik hakkında ki değerlendirmeler sunulmuştur.
Öncelikli olarak Kanunun ve Yönetmeliğin adı ile başlamak gerekir. Kanun ve Yönetmelik Maden Kanunu ve Yönetmeliği olarak adlandırılmıştır. Oysa her ikisi ile de yapılmak istenen madenlerin aranması ve işletilmesini düzenlemektir. Konu edilen maden değil, madencilik faaliyetleridir. Maden nötr bir varlıktır. Ne zaman ki onu aramaya ve işletmeye teşebbüs edilirse, diğer haklarla olan çatışma başlamakta,üretilen madenin paylaşımı söz konusu olmaktadır ,bu nedenle de düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır.. Düzenlemelerin tümüne yakını da, madenleri düzenlemekten çok (madenlerin gruplandırması hariç) madencilik faaliyetini düzenlemektedir. Bu nedenle kanun ve yönetmeliğin adı maden değil, madencilik faaliyetleri olmalıdır.
Yönetmeliğin Amaç başlıklı Birinci maddesinde “…Devletin mülkiyetinde olan maden kaynakları…” saptaması yapılmıştır.Anayasada ve Kanunda olmayan bu değerlendirme, bugüne kadar olan madenle ilgili düzenlemelerin hiçbirinde yok iken ,ilk defa karşımıza çıkmaktadır. Konu ile ilgili doktrinde:
“Dünyada Maden hukukunu düzenlenmesi başlıca iki şekilde yapılmaktadır.Birincisinde madenler içinde bulundukları mülkiyete bağlanmaktadır. Eğer malik olunan alanda maden varsa, maden hakları da bir şahsi hak olarak değil, ayni hak olarak mülkiyete bağlanmaktadır. Tapu siciline maden hakkı da tescil edilerek, gayrimenkul hukukuna tabi hale getirilmektedir.Diğer düzenlemede ise, madenler içinde bulundukları mülkiyetten ayrı değerlendirilip,maden hakların düzenlenme yetkisi devlete bağlanmaktadır. Eğer madenin bulunduğu yerin mülkiyeti şahsa aitse, bu mülkiyet devam etmekte,ancak altındaki veya içindeki maden haklarının hüküm ve tasarrufu devlete ait olmaktadır. Türk Hukuku ikinci yolu benimsemiştir.
Bu nedenle madenlerin mülkiyeti devletin değildir.Devlet koruma,kollama ve düzenleme yetkisine sahiptir. Yönetmeliğin ilgili maddesi yukarda ki gerekçe nedeni ile Anayasa’nın 168. maddesine aykırıdır. Maden Kanunununda da böyle bir hüküm olmadığı için geçersizdir.
Ayrıca belirtmek isteriz ki, madenlerin devletin mülkiyetinde olması, tesadüf ettiğimiz kadarı ile yalnızca Küba Anayasasında mevcuttur.
Yönetmeliğin 24/2 maddesi
“Genel Müdürlük; madenin cinsi, rezerv miktarı, tenörü/kalitesi, üretimin yapıldığı bölge, işletme izin alanı gibi kıstasları dikkate alarak projede yer alan minimum yıllık üretim miktarlarını belirleyebilir. “
Şeklindedir. Bu düzenlemeye göre , Genel Müdürlük,YTK ların yaptığı işletme projelerde ki üretim miktarını tek taraflı olarak belirleyebilecektir.Ancak her ne olursa olsun Genel Müdürlük tarafından eğitimi verilen ve Genel Müdürlük tarafından yetkilendirilen YTK ların hazırladığı projeler üzerinde değişiklik yapılması bilimselliği zedeler, hukuki güvenirliliği de tartışmalı hale getirir.
Yönetmeliğin 28/9 maddesi
“ Tuz Gölünde verilecek işletme ruhsatlarının projedeki tuz üretim kapasitesi 200.000 ton/yıl tuzdan az veya 800.000 ton/yıl tuzlu su miktarından aşağı olamaz.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
Küçük ve orta ölçekli madenciyi yok edecek bu tür kısıtlamalarda adil değildir. Teşebbüs hürriyetine aykırıdır.
Küçük ve orta boy madenciliğin gelişmesini önleyici,zayıflatıcı, hatta yok edici diğer düzenleme ise Kanun ve Yönetmelikte yer alan idari para cezalarıdır. Maden mevzuatımızda idari para cezaları maktudur. Her ölçekte ki ve her ruhsat tipine tek tip ceza düzenlenmiştir. Bu durum bu cezayı küçük ölçekli madenci ödemekte güçlük çekerken; büyük ölçekli madenci için hiçbir önleyici niteliği bulunmamaktadır. İdari para cezalarının muhatabı da genel olarak küçük ölçekli madenciler olduğu için, sektörden ayrılma sonuçlarını da doğurmaktadır. İdari para cezalarının da nisbi hale getirilmesi ve adil olmayana bu düzenlemenin değiştirilmesi gerekir.
Diğer adil olmayan ve eşitlik ilkesine aykırı düzenlemeler ise, rödovans yasağının kamu kurumlarında geçerli olmaması, ruhsat ihalelerinde teknik yeterlilik aranmaması ve sadece mali yeterlik aranması,mali yeterlik şartının % 30 nun sermayeye bağlanması sayılabilir.
27/2 de işletme ruhsatlarının idarece 1 ay içinde ruhsatları düzenlemesi öngörülmüştür. Madenciye evrakların süresinde verilmemesi ve diğer uygulamalarda idari para cezası ve ruhsat iptaline varan cezalar varken, idarenin ruhsat düzenlemesi için verilen sürenin aşılması halini düzenleyici hüküm yoktur. İdare sadece dava edilebilir. 1 aylık süre aslında idari hukukunda ki genel süredir. Bu nedenle madenci benzer konuda sorumlu iken ,idare sorumsuzdur.
Maden bölgesi ile ilgili eleştirilerimizin temelinde teşebbüs hürriyetinin kullanılmasına engel olduğu gibi maden ruhsatının hukuki güvencesini yok ettiği vardı. Bu kez de benzer sonucu doğuracak düzenleme 28/8 ve 11/5 de getirilmiş ve MTA veya TPAO ile ortaklık şartı düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler de Anayasanın teşebbüs hürriyetine aykırıdır.
Projeye uygun faaliyette bulunma başlıklı 35 .madde de ise, tehlikeli duruma matematiksel bir takım sınırlamalar getirilmiştir.Sınırlamalar şev açısı ,basamak genişliği,heyelan riski gibi tamamen maden mühendisinin o projeye özgü karar vereceği hususlardır. Madencilikte istisnalar temel özelliktir. Her proje kendine özgüdür. Bu nedenle de maden mühendisliği vardır. Bu nedenle bu tür düzenlemeler uygulaması mümkün olmayan teorik düşüncelerdir.
Yönetmeliğin dokuzuncu bölümü Kamu Kurum ve Kuruluşlarının veya Yap-İşlet-Devret Modeli ile Yapılan Kamu Yatırımlarının Hammadde İhtiyaçlarının Karşılanması’na ayrılmıştır.
Anayasamızın liberal sistemi tercihi nedeniyle, ilke olarak kamu kurum ve kuruluşlarına maden kanununda özel olarak düzenlenmesi,Anayasa’ya aykırı ve tercih edilen ekonomik sisteme aykırıdır. Bunu yapabilmek için ya Anayasayı ya da Kamu Kurumlarına özel düzenlemeyi değiştirmek gerekir.
Kamu kurumlarına yapılan ayrıcalıklardan tespit edebildiklerimiz ise, ruhsatla değil izinle yapılıyor olması,çevreye uyum bedelinin % 30 nun alınması,altı aydan az süreli ve toplam bin tondan az olan miktarlardaki hammadde taleplerini için daimi nezaretçi atanması zorunluluğu olmamasıdır.
Madenlerle ilgili gruplama ve sınıflandırma biteviye devam etmektedir. Önce gruplara,daha sonra alt gruplara ayrılmıştı, tuz ve taş ocakları da maden kanununa dahil edildi.Bu gruplandırma ve grupları belirlemede yönetmeliğin 5 maddesinde yeni ölçüler getirilerek, yine içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Gerek Osmanlı Maden Hukukunda ve gerekse uluslarararası maden hukukunda maden değil,madencilik faaliyetleri sınıflandırılır. Bu sınıflandırma da maden mühendisliğinde olduğu gibi açık ocak ve yeraltı madenciliğidir. Diğer bir uluslararası uygulama ise her projenin farklı niteliği nedeniyle, proje bazında ulusal maden konseyince ruhsat ve izin verilmesi şeklindedir.Bu seçenekte maden gruplarına değil, projenin niteliği önemlidir.
Yönetmelikten beklentimiz dahilinde olan ve yönetmelikte yer almayan hususlar ise şunlardır:
Madenciliğin özelliği gereği, işci sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili düzenlemeler genel kanundan ayrı olarak maden mevzuatında yer almalıdır.Maden mühendislerinin sosyal hakları ve ücretleri ile YTK ve daimi nezaretçilerin ücretleri devletçe ödenmelidir.Maden işçilerinin kendi sendikalarını kurabilmeleri ile düzenlemeler maden kanununda yer almalıdır.Madencilik uyuşmazlıkları ile ilgili ihtisas mahkemeleri kurulmalıdır.Madenciilik projelerine nihai izin bilimsel ve özerk yapılanması olan ulusal maden konseyince verlmelidir.
Orta ve küçük boy madencilik mutlaka geliştirilmelidir.
Yönetmeliğin birinci maddesinde yer alan madenciliğin milli menfaatlere uygun yapılabilmesi için yukarda ki düzenlemelerinde yapılması gerekir.
Son olarak, çıkarılan bu düzenlemeler, hem madenciler ve hem de idare içindir. Her iki tarafta bu kurullara uyar ise hukuk devleti var demektir.Özellikle Danıştayın verdiği yürütmeyi durdurma kararlarına idareninin uymaması hukuk devleti nde olmaması gereken uygulamalardır.
Sonuç olarak, yönetmelik beklentileri karşılamaktan bir hayli uzaktır. Konulara günlük çözümler arandığı içinde yeni değişiklikler kaçınılmazdır.
18.05.2017 tarihinde Maden Kanunu’nda yapılan değişiklik 7020 sayılı kanunla 27 Mayıs 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Öncelikli olarak , Maden Kanunu’n da ki iki kavramın açıklanmasına ihtiyaç vardır.Bu iki kavramdan ilki Havza Madenciliğidir.Kavram Maden Kanunu’nda şu şekilde düzenlenmiştir:
Havza madenciliği
3867 sayılı Ereğli Kömür Havzasındaki Ocakların Devletçe İşlettirilmesi Hakkında Kanun ile Devletçe işlettirilmesi kararlaştırılan Ereğli Kömür Havzasındaki madencilik faaliyetleri bu Kanun hükümlerine tâbidir.
Sınırları Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen Ereğli Kömür Havzasındaki taşkömürlerini işletmeye ve hukuku uhdesinde kalmak şartıyla işlettirmeye Türkiye Taşkömürü Kurumu yetkilidir.
Maden Kanunu 47 “Bakanlık tarafından, ruhsat müracaatlarına kapatılan alanlar ile havza ve kuşak madenciliğini geliştirmek ve jeolojik yapıyı aydınlatmak için herhangi bir sebeple hükümden düşmüş, terk edilmiş veya taksir edilmiş alanlarda, Bakanlıkça da gerekli görüldüğü takdirde Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne arama faaliyeti yaptırılmak gayesiyle ruhsat verilir. İşletilebilecek maden varlığının belirlenmesi halinde, bu alanlardan ruhsat müracaatına kapatılan alanlardaki madenlerin işletilmesi için Bakanlar Kurulu kararı, diğer alanlar için ise bu madde ve 30 uncu madde hükümlerine göre Genel Müdürlük tarafından ihale edilir.”
Maden Kanunu 30:”Havza madenciliğini geliştirmek ve jeolojik yapıyı aydınlatmak amacıyla yeni oluşturulan alanlar ile herhangi bir sebeple hükümden düşmüş, terk edilmiş veya taksir edilmiş sahalar, alan sınırlamasına bakılmaksızın birleştirilerek ihale edilebilir. Bu şekilde ihale edilen sahaların ruhsatlandırılmasında 16 ncı maddedeki alan sınırlaması aranmaz.”
Yukarda ki düzenlemlerle havza madenciliğinden bahsedilmekte ve gerekli düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir.
Maden Bölgesi ise ,18.05.2017 tarihinde yapılan değişiklikle Maden Kanun’ unumuza girmiştir.
29 MADDE ye ilave edilen ilk değişiklik:
“Birbirine bitişik veya yakın maden sahalarında, yapılan üretimin çevresel etkileri, şehirleşme, işletme güvenliği, rezervin verimli işletilmesi ve benzeri sebeplerden dolayı yapılacak proje ve planlama çerçevesinde Genel Müdürlüğün teklifi ve Bakan onayı ile maden bölgesi ilan edilebilir. Maden bölgesindeki ruhsatların bir veya birden fazla ruhsatta birleştirilmesi Genel Müdürlükçe yapılır.” Şeklindedir.
Havza madenciliği ile Maden bölgesi ilan edilmesi arasındaki temel fark ,havza madenciliğinin yapılabilmesine bakanlar kurulu karar vermekte iken, Maden Bölgesi ilanına ise MİGEM’in teklifi ile Bakan onayı yeterli olmaktadır.
Öncelikli olarak her iki kavram,havza madenciliği ve maden bölgesi tanımına maden kanunda tesadüf edilmemiştir.Ancak ,Maden Bölgesi, düzenlemede sayılan gerekçelere dayanılarak,birden çok maden ruhsatına bağlı maden kaynağının,bir veya birden fazla ruhsata bağlanması anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle ,ekonomik bütünlük arzeden tek bir maden kaynağının, mevcut birden fazla ruhsata tabi olmasının sakıncaları nedeniyle bir veya birden fazla ruhsata bağlanarak ,kaynak üzerinde ki hak sahiplerinin azaltılması hedeflendiği anlaşılmaktadır. Yapılan değişiklikle de , bunun nasıl yapılacağı düzenlenmektedir.
Yürürlükte olan kanunda ruhsat birleştirme ile ilgili düzenleme şu şekilde idi:
İlk müracaat ve ruhsatlandırma (3)
Madde 16
“…Ruhsatlar hak sahiplerinin işletme ruhsat taban bedeli ile müracaatta bulunmaları hâlinde birleştirilebilir. Birleştirme sonucunda ortaya çıkan alan, bu maddede belirtilen alan sınırlamasını geçemez. Ancak işletme ruhsatı safhasında görünür maden rezervinin mücavir ruhsat alanlarında bir bütünlük teşkil etmesi, ortak işletme yapılmasının zorunlu veya üretimin entegre tesisi beslemeye yönelik olması hâlinde bu alan kısıtlaması aranmaz. Mevcut işletme ruhsat alanında uygun ve yeterli yer bulunamaması hâlinde zorunlu tesis ve altyapı tesisleri için bitişik alandaki ruhsat sahası ile safhasına bakılmaksızın ve alan sınırlaması aranmaksızın birleştirme yapılarak işletme ruhsatı düzenlenir. I. ve II. Grup ruhsatlar, birleştirme sonucunda alan sınırlamasını geçemez.”
Yukarda ki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, ruhsat birleştirme mevcut kanunda zaten vardı ve hak sahiplerinin iradesine bağlı düzenleme yapılmıştı. Oysa yeni düzenleme ile hak sahiplerinin (ruhsat sahiplerinin) iradesi aksi yönde olsa da bakan oluru ile birleştirme düzenlenmektedir.
Yapılan yeni düzenleme de, birleştirilecek ruhsatların “Birbirine bitişik veya yakın maden sahalarında” uygulanacağı ifade edilmektedir.Birbirine bitişik ifadesi yeteri kadar açık ve tartışma götürmeyecek netlikte iken, “yakın maden sahaları”nın aynı netlikte olmadığı ve farklı yorumlanabileceğini söylemek zor değildir. Yakın maden sahalarından ne anlaşılması gerektiği bilinmediği için, idareye verilen yetkinin sınırlarını da tesbit etmek mümkün olmamaktadır. Burada sözü edilen yetki belirsizdir.
Yapılan düzenleme de Maden Bölgesi ilanı için sayılan gerekçeler “yapılan üretimin çevresel etkileri, şehirleşme, işletme güvenliği, rezervin verimli işletilmesi ve benzeri sebeplerden “ şeklinde sayılmaktadır. Yine burda da “benzeri sebepler” açıklanmamış veya neyin benzeri olacağına da atıf yapılmamıştır. Bu nedenle benzeri sebepler düzenlemesine uygun olarak her türlü gerekçe ,maden bölgesi ilanı için yeterli olabilecektir. Burada da idarenin yetkisi belirsizdir ve sınırsız kullanılmaya adaydır.
Ayrıca maden bölgesi ilanına esas gerekçeler çevre,şehircilik,işletme güvenliği konularında farklı bakanlıkların görev alanına girer. Farklı Bakanlıkların görev alanına giren konularda, tek başına Enerji Bakanı’nın oluruna bırakılması yetki kargaşası doğurur. İdarenin hiyerarşisi ve ihtisaslaşması niteliğine aykırıdır.
Benzer şekilde, anılan gerekçelerde sayılan hususlar farklı Bakanlıklar’ca ve sayısını bilemediğimiz çok mevzuatla zaten düzenlenmiştir. “Üretimin çevresel etkileri, gerek Maden Kanunu’nun 7 maddesinde,gerekse Çevre Kanunu’nda düzenlenmiş ve denetlenmektedir.. Şehirleşme ile ilgili düzenleme yine Maden Kanunu 7 .maddesinde, İmar Kanununda ve Belediye Kanunu nda düzenlenmiştir.İşletme güvenliği, SGK ve Çalışma Bakanlığı’nca mevcut düzenlemelere göre denetlenmektedir,Rezervin verimli işletilmesi ,Enerji Bakanlığı ve MİGEM’ce denetlenmektedir. Dolayısıyla kanunun sebepleri arasında sayılan konularda zaten oldukça fazla düzenleme vardır , denetim unsurları bellidir ve denetimler bu düzenlemelere göre yapılmaktadır. Bundan başka Başbakanlık genelgesi ile de izinler için Başbakanlığın oluru gerekmektedir.Bu nedenle ayrıca Başbakanlıkca denetlenmektedir.
Tüm bu nedenlerle tüm bu mevzuat ve denetimleri yok sayıp, aynı gerekçelerle Maden Bölgesi ilanı hukuka uygun düzenleme olmayacaktır. Başka bir deyişle anılan sebeplerle, Maden Bölgesi ilanı gerekçesizdir,yukarda sayılan tüm mevzuata ve hukuka aykırı olacaktır.Maden Bölgesi ilanı için başka sebepler ileri sürülmesi gerekir.
Maden bölgesi ilanı için öncelikli olarak MİGEM tarafından proje ve planlama yaptırılacağı ifade edilmiş ise de , TBMM’nin Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nda Migem le ilgili olarak:
“MİGEM mevcut hâliyle ruhsat veren, kontrol-denetim yapan, uzman personel sayısının yetersizliği, Kuruluş Kanunu’ndan ve kurumsallaşamamasından kaynaklanan nedenler ile çoğunlukla evrak ve dosya bazında hareket eden bir Genel Müdürlük görüntüsüne bürünmüştür. … MİGEM personeli, mevcut uygulamaya göre; ruhsatlandırma, izleme, inceleme, raporlama yapan, aktif olarak mahallinde denetim görevi icra edip kanuna bağlı olarak cezai yaptırım uygulayan bir denetim elemanı görüntüsündedir. ..Maden İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye geneline yayılmış yaklaşık 45 bin adet maden ruhsatlı (yaklaşık 12 bin işletme ruhsatlı) sahanın denetim hizmetlerini yürütmektedir. Her hafta en az 35-40 heyet denetime gönderilmekte olup personel sayısının yetersizliğine rağmen yılda ortalama 5 bin maden sahası denetlenmektedir. “ denmektedir. Bu nedenle mevcut hali ile MİGEM’in maden bölgesi ilanı ile ilgili proje ve planlama yapacak kadrosu ve ihtisas sahibi elemanı olmadığı anlaşılmaktadır.
Oysa ülkemizde 16 adet Maden Mühendisliği eğitimi veren Üniversite bulunmaktadır. Ayrıca bu üniversitelerde 76 profesör 36 doçent,80 yardımcı doçent ve 130 araştırma görevlisi bulunmaktadır. Bundan başka maden konusunda ihtisaslaşmış MTA kurumu da mevcuttur.
Bu nedenle MİGEM tarafından yapılacak olan çalışmanın başarısızlığa uğrayacağı açıktır, ilgili kurumlara yaptırılması gerekir.
Değişiklik de ayrıca, “…Maden bölgesindeki ruhsatların bir veya birden fazla ruhsatta birleştirilmesi” nden söz edilmektedir. Burada da “birden fazla” tanımlaması ucu açık bir yetkilendirmedir.Birden fazla deyimi sonsuza kadar gider. Kanunun amacı zaten birleştirme olmasına rağmen birden fazla ruhsatta birleştirme kanunu amacıdan saptırır. İdarenin keyfi kullanımına açık hale getirir.
Kanunda ki değişiklik , ruhsatların birleştirmesini konu edinmiş, Maden Kanunu’nda yer alan maden grupları arasında ayırım yapmamıştır. Başka bir deyişle maden kanununda sayılan aynı grup madenlerin birleştirilmesi değil ,her tür maden ruhsatı bir veya birden fazla ruhsatta birleştirilebilecek veya farklı grupta yer alan madenler için de maden bölgesi ilan edilebilecektir. Bu durum Maden Kanunu’nun özünü teşkil eden maden tanımına ve madenle ilgili sınıflandırmaların etkisizliğine yol açacaktır. Maden Kanununda madenler gruplara ayrılarak, her grup için farklı düzenlemeler içermektedir.Oysa maden bölgesi ilanında bu grupların hiçbir önemi kalmayacaktır. Her tür ruhsat birleştirilebilecektir.Bu nedenle de Maden Kanunu’nun özüne aykırıdır.
Oysa maden ruhsatları idare hukukunda şartlı idari işlemlerdir. İşletme projeleri ruhsatların ayrılmaz parçalarıdır.Ruhsatın şartı,işletme projelerine uygun çalışma yapmaktır.Her madencilik projesi kendi başına özgün nitelikler taşır. Bölge ilanı ile bu projelerde yok sayılacaktır.
Değişikliğin başka bir sakıncası ise, mevcut çok sayıda maden işletmesi yerine ,bir veya birden fazla maden işletmesi ne dönüşmesi olacaktır.. Dolayısıyla madencilik işletmesi sayısı azalırken ,birleşen madencilik şirketinin hacmi büyüyecektir.
Bu durumda , küçük ve orta boy madencilik şirketleri yok olacaktır. Rödovans sözleşmeleri yasaklandığı içinde birleştirilen maden şirketlerinin, birleşen maden şirketlerinde çalışması mümkün olmayacaktır. Bu durumda istihdam azalacak, emek yoğun işletme yerine sermaye yoğun niteliğe bürünecek, maden makineleri ithalatı artacaktır.
Birleştirilen maden ruhsat sahibi madencilerin, kazanılmış hakları ile ilgili tazminat ise sadece yatırım giderleri ile sınırlandırılmıştır. Yatırım giderleri, kapanan şirketlerin zararının, sadece çok ufak bir kısmıdır.Tazminata esas zararlar tam olarak ödenmeyecek ve ilan edilen her maden bölgesinde, konu ile ilgili hukuki uyuşmazlıklar çığ gibi büyüyecektir.
Mevcut değişiklik, birleşen ruhsatlar lehine tekel hakkı doğuracaktır.Değişiklik öncesi bir çok maden işletmesi tarafından üretilen madenlerle ilgili arz ve talep dengesi oluşmuş ve rekabet koşulları varken, değişiklikten sonra aynı ürünler bir veya birkaç maden şirketi tarafından üretilecek, arz talep dengesi bozulacak ve bu ürünler serbest rekabet değil,tekel fiyatı ile piyasaya sürülecektir. Bundan etkilenen diğer sektörlerde de maliyet artışı olacak, enflasyonu körüklenecektir.Özellikle de inşaat firmaları bu durumdan en çok etkilenenler olacaktır.
Değişiklik yeni maden sahalarını üretime sokmayacaktır,atıl kapasiteyi canlandıracak hükümler içermemektedir,maden aramalarını teşvik edecek hükümler yoktur. Mevcut üretimleri artıracak hükümlere tesadüf edilmemiştir. Bu değişikle maden sektörü büyütmeyecektir.
Bu değişiklik maden sektörünü büyütmeyeceği gibi sadece yeniden paylaşımı öngörmektedir. Mevcut ruhsat sahiplerini birleşmeye zorlama (fiilen mümkün değil) olmaz ise ruhsat iptali ve yeniden ihale ve ihalesiz olarak ruhsat sahipliğinin el değiştirmesi niteliğindedir.Bir başka deyişle, mevcut ruhsatların iptali ile yeni ruhsat sahiplerine tevdi edilmesidir. Ruhsatların idare eliyle el değiştirmesini sağlayacaktır. Ruhsat hakları birilerinden alınıp,başka birilerine veriilecektir.
Mevcut değişiklik, ekonomik bağımsızlığı sağlayacak herhangi bir değişiklik yapmadığı gibi ,maden makinelerinde ithalatı artıracağı için ekonomik bağımsızlığımızı da zayıflatacaktır.
Oysa Havza Madenciliği, 1940 yılında yapılan düzenleme (Kanun numarası 3867) ile halen yürürlüktedir.Üzerinde de hemen hemen hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Bütün siyasi rüzgarların bile değiştirmeye gücü yetmediği bir düzenlemedir. Denenmiş,sınanmış bir düzenleme olması, sonuçları itibarı ile tek bir eleştiri almayan kanun örnek alınarak, mevcut maden bölgesi yerine havza madenciliğine geçiş sağlanmalı ve birleştirilen ruhsatlar devlet eliyle işletilmelidir.