Taş Ocakları
Nizamnamesi Ve Güncel Mevzuat
Quarry Directory And Current Regulations
ÖZET: Bu bildiride ulusal ve uluslararası hukuk da taş ocakları işletmeciliğinin madencilik faaliyeti sayılıp sayılmaması ile
İlgili tartışmalar incelenecektir. Öncesinde taş ocakları mevzuatı tarihi, devamında güncel düzenlemeler ile sorunlar ve çözüm önerileri yer almaktadır.
ABSTRACT:In this declaration, it is investigated that whether quarry industry is such a mining activity in the scope of both national and international law. Furthermore, the history and update information about laws and regulations on quarry will be mentioned. Finally, readers can find the drawbacks and suggestions for solutions in the declaration.
1.TAŞ OCAKLARI MEVZUATININ TARİHÇESİ:
İnsanoğlu ilk alet ihtiyacını taş, ağaç ve kemikleri işleyerek elde etmiştir. Ağaç ve kemik her yerde bulunmazken; taşı her dönem kullanmıştır. Tarihin en uzun çağı da taş çağıdır. Anadolu’da da taş çağının en önemli merkezi ve medeniyeti de Çatalhöyük’tür.
Osmanlı’ya kadar taş ocaklarının düzenlenmesi ile ilgili yazılı herhangi bir düzenlemeye tesadüf edilmemiştir. Osmanlı’da taş ocaklarının işletilmesi ilk olarak, 1901 tarihli Nizamname ile düzenlenmiştir. 18 Haziran 1901 tarihli Taş Ocakları Nizamnamesi 05.06.2004 tarih ve 25483 sayılı resmi gazetede yayımlanan 26.05.2004 kabul tarihli ve 5177 sayılı kanunun 38.maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece yüzyıla yakın uygulanan düzenleme değiştirilerek, taş ocakçılığı, maden kanunu kapsamına alınmıştır.
Kısaca bu gelişmeleri izleyecek olursak,
1.1 23 ŞEVVAL 1274 (1858) TARİHLİ ARAZİ KANUNU
Bu kanun, her ne kadar doğrudan maden ve taş ocağı düzenlemesi olmamasına rağmen, maden mülkiyetinin belirlenmesi açısından önemlidir.
1858 Arazi kanunnamesinde Osmanlı’da arazi beş bölüme ayrılır:
1-Arazii memluke,( Mülkiyet yolu ile tasarruf olunan yerler) de mülk sahibi de, mülkiyeti kendisine ait arazisinde dilediği şekilde tasarrufta bulunabilmektedir. 1194 sayılı Mecelle (Osmanlının medeni kanunu) maddesi “kim ki bir yere malik olursa mafevkine (üstüne) ve matahtına (altına) dahi malik olur”. Bu nedenle madenlerde mülk sahibine aittir.
2-İkinci arazi çeşidi, mîri arâzi olup, Mülkiyeti devlete ait bu arazinin çıplak mülkiyeti devlete âit, tasarruf hakkı bölge maden müdürleri (Osmanlı’da idari birim yöneticisi) verilmiştir.”Bu topraklarda ki eriyebilen ve eriyemeyen bütün madenler devlete aittir. Zira malum olduğu üzere, miri toprakların ve bunların vakıflıların murakabesi (denetimi) devlete ait olup bölge maden müdürleri ancak kiracı vaziyetindedirler.” Bu nedenle maden bulunan arazinin mülkiyeti de devletindir. Ancak arazi “ değer pahasını vermek şartıyla… Bölge maden müdüründen alınarak” maden işletilebilinir.
3- Vakıf Arazisi, buda iki çeşittir. Birinci sırada yer alan mülk niteliğindeki arazi vakfa bağışlanmışsa Sahih(belirli), vakıf yönetimince idare edilir; devlete ait arazi vakfa özgülenmişse gayri sahihtir (belirsiz) ve bölge maden müdürleri tarafından yönetilir. Maden, bölge maden müdürünce yönetiliyorsa beşte biri devletindir.
4-Metruk araziler ve kamuya tahsis edilen arazilerde, Arazi Kanunun 107. maddesi gereği, maden gelirlerinin devlete ait olduğu hallerdir ve madeni bulan maden gelirlerinin beşte birini alır.
5-Ölü araziler, kimsenin mülkiyetinde olmayan araziler (Bir kasaba ve köyün otlağı olmadığı halde, kasaba ve köylerin en kıyısında ki evlerinden, sesi gür bir kişinin sesinin duyulamayacağı yerler ) Burada da metruk arazilere ait hükümler uygulanır.
Maden Kanunu olmamakla birlikte, toprak mülkiyetinin açıklanması nedeni ile madenle ilgili genel esaslarda bu kanunda yer almıştır.
Bu dönemde, Taş ocaklarının da ait oldukları mülkiyete tabi olarak işletildiğini varsayıyoruz.
1.2. 9 MUHARREM 1278 (28 MAYIS 1861 ) TARİHLİ MAADİN NİZAMNAMESİ
İlk maden mevzuatı da sayılabilecek bu düzenleme ile ilgili gelişmeler şu şekilde olmuştur:
“ XIX. yüzyıl ortalarına gelindiğinde şahısların maden imtiyazlarına olan ilgisi artmasına karşın maden üretimini belirleyen kapsamlı bir metin bulunmuyordu. 1858 arazi Kanunnamesi’nin 107. Maddesi madenlerin mülkiyeti ve alınacak vergileri, madenin bulunduğu arazinin türüne göre tayin etmesine rağmen işletme yöntemleri, imtiyaz sahiplerinin sorumlulukları, işçilerin durumları, yakacak temini gibi daha pek çok konuya açıklık getirmiyordu.
Ayrıca, işletilmekte olan madenlerin çoğu usulsüzlükler, yakacak planlamasının yapılmaması ve madenin bulunduğu yöre halkının ocaklarda zorla çalıştırılması gibi nedenlerde dolayı verimliliklerini kaybetmişlerdi. Bu nedenle Avrupa’da olduğu gibi üretimin tüm safhalarını tarif bağımsız bir nizamnamenin hazırlanması için 1856 da Hazine-i Hassa Nezareti(Maliye Bakanlığı)’nda haftada iki gün toplanacak özel bir komisyon kuruldu.
Komisyonun çalışmaları sonucu, altı bölüm ve altmış maddeden meydana gelen bir taslak kaleme alındı, metin üzerinde Meclis’te yapılan müzakerelerde bazı maddelerin değişikliğe ihtiyacı olduğuna karar verildi. Buna göre kasaba ve köy halkına ait olan mera, ormanlık arazi ve pazar yeri gibi metruk arazide bulunacak olan madenler hakkında bir hükmün bulunmaması ileride sıkıntılara yol açabileceğinden, yeni bir madde hazırlanarak metne dâhil edildi. Yine maden gelirinden alınacak vergi oranın %3-20 arasında olması yüksek bulunarak, verginin üst sınırı % 10 ‘a çekildi. İdare verginin düşürülmesini uygun buluyor, ancak imtiyaz verilmeden önce vergi miktarının tayin edilmesini sakıncalı görüyordu. Maden servetinin anlaşılmasından sonra madenciler ile yapılacak görüşmelerle verginin belirlenmesinin daha yerinde olacağı düşünüldüğünden, ilgili madde öngörülen şekilde tahsis edildi. Bu şekilde son halini alan Osmanlı Devleti’nin ilk maden nizamnamesi 28 Mayıs 1861 tarihinde yürürlüğe girdi. Beş bölüm ve elli dört maddeden oluşan nizamnamenin girişinde madenler iki sınıfa ayrılıyordu. Gerek yeryüzünde ve gerekse yeraltında bulunan altın gümüş, kurşun, bakır, kalay, nikel, civa, çinko, manganez, krom, kükürt, kobalt, zımpara, şap, maden kömürü ve kaya tuzu Mevadd_ı Madeniye(Cevherli madenler) ;Mermer, çakmak ve alçı taşı, kireç, porselen toprağı, kum, kil, lüle yapımında kullanılan toprak ve taş çeşitleri Mevadd-ı Gayrı-ı Madeniye(Cevhersiz madenler) olarak tanımlanmıştı. Nizamnamenin ilk onbir maddesi maden arama ve keşif faaliyetlerini tarif ediyordu. Buna göre bir kişi sahip olduğu arazide izin ve ruhsat almaksızın maden araması yapabilecekti.
Diğer taraftan miri arazi için ilgililerin devletten ruhsat alması hükme bağlanmıştı. Bir yerde arama yapacak olanlar vilayet ve kaza itibarıyla, maden sahasını, madenin cinsini ve keşif kazıları sırasında oluşabilecek zararları tazmin edeceklerini dilekçelerinde belirtmeleri gerekiyordu. Bu amaçla verilecek taharri (arama) ruhsatlarının süresi iki yılla sınırlanmıştı.
Adı geçen belgede, bu nizamname ile Osmanlı vatandaşları tek başına veya yabancılarla ortaklık şeklinde imtiyaz talep edebildikleri de anlaşılmaktadır. İmtiyaz dışında, maden işletme ruhsatlarının süresinin de on yıl olduğu ifade edilmektedir.
Bu düzenleme ile madenlerin özel kişilerce işletilmesinin yolu açılmış oluyordu.
1.3. 23 ZİLHİCCE 1285 (1869) TARİHLİ MAADİN NİZAMNAMESİ
Yaklaşık sekiz yıl uygulamada kalan 1861 Nizamnâmesi ile maden işletmeciliğinde elde edilen tecrübelerden sonra ve bilhassa 1867’de yabancıların Osmanlı coğrafyasında toprak almalarına izin verilmesinin de etkisiyle 1869’da yeni bir maden nizamnamesi hazırlandı. 1810 Fransız Maden Kanunu esas alınarak kaleme alınan 1869 nizamnâmesinin önceki metne göre daha kapsamlı olduğu doksan maddeye çıkan hacmiyle de ilk bakışta görülmektedir. Bu düzenlemede öncelikle madenlerin tanımı ve sınıflandırması yapılmıştır. 1861 düzenlemesinde Mevadd-ı Madeniye denilen altın, gümüş, demir, kalay, çinko gibi damar veya tabaka halinde bulunan madenler (Asıl Maden) Ma’âdin-i Asliye; yüzeyde dağınık olarak bulunan taş çeşitleri, alaşımlı kum, şaplı toprak gibi daha az hafriyyât ile çıkarılan maden cinsleri ise Ma’âdin-i Sathiye (Yüzey madenleri) olarak adlandırılmıştır. Mermer, alçı ve kireç taşı, kil, porselen toprağı, çanak, çömlek ve lüle yapımında kullanılan topraklar yeni metne dâhil edilmemiştir.
Bu nedenle taş Ocaklarınızda bu mevzuatla, maden sayılmamış, fiili sonucu olarak da toprak mülkiyetine sahip olan, taş ocağını işletmiştir.
Yeni nizamnamenin ilk göze çarpan noktası, 1861’de“müddet-i münasibe”(uygun süre) ifadesiyle belirsiz şekilde bırakılan imtiyaz süresini doksan dokuz yıl olarak belirlemesidir. Tercih edilen ortalama on yıllık imtiyaz süresi Osmanlı madenciliğinin gelişmesinin önündeki engellerden biriydi. Çünkü diğer ticarî faaliyetler ile karşılaştırıldığında edildiğinde madencilikten kısa vadede kazanç elde edilebilmesi -günümüzde olduğu gibi mümkün değildi. Bazen uygun damarı bulabilmek için yıllarca kazı yapmak, yüksek miktarda yatırım yapmak ve beklemek gerekebiliyordu. Masraflarını bir an önce çıkarmak isteyen mültezimler (devlet adına madencilik yapanlar, ruhsat sahibi) alelacele kazı yapmakta ve madeni tahrip etmekteydiler.
Bu nedenle Sadrazamlığın imtiyaz süresini doksan dokuz yıla çıkarması gerçek maden yatırımcısının önünü açacak bir gelişmeydi. Yine aynı çerçevede yabancılara tek başlarına ve kendi adlarına ihalelere girebilme hakkı verilmesi, imtiyaz hakkının diğer mal ve eşyalar gibi başkalarına satılabilmesine veya mirasçılarına imkân tanınması mülkiyet açısından önemli yeniliklerdendi.1869 Nizamnâmesi ile vergi konusu da ele alınarak oluşabilecek anlaşmazlıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Buna göre maden hafriyyâtı için tahsis edilen araziden “Resm-i Mukarrer”(Ruhsat harcı) adı ile dönüm başına ve senelik olarak beş para ve bir yılda çıkarılacak cevher hâsılatından ise %1–5 arasında “Resm-i Nisbî” (Devlet hakkı) tahsil edilecekti. Ferman Harcı (Ruhsat Bedeli) artırılarak 50–200 lira olarak yeniden belirlenmişti.
Bu arada ilk defa madenlerin güvenliği ve sağlık koşulları üzerinde durularak madenlerde bir doktor ve eczane bulundurulması zorunlu hale getirilmiştir. Ayrıca kazazede işçilerin ailelerine mahkemenin tayin edeceği tazminatın ödenmesi öngörülmüş, kazayı zamanında haber vermeyenlere veya teknik eksiklikten meydana gelen kazaların sorumlularına da para cezaları verileceği karara bağlanmıştır.
Bu düzenleme ile ilk defa devlet hakkı ve ruhsat harcı kavram olarak düzenlenmiştir. Yabancılara maden işletme hakkıda bu düzenleme ile sağlanmıştır.
Ancak, günümüz için belki de en önemli sayılabilecek düzenleme, maden kazalarında tazminatın kanuna girmiş olmasıdır
1.4. 25 AĞUSTOS 1303 (1887) TARİHLİ MAADİN NİZAMNAMESİ
1869 Nizamnâmesi yürürlüğe girdikten kısa bir süre sonra ihale ve idare alanlarında yaşanan problemleri ortadan kaldırmak için 1873 sonlarında bir komisyon kuruldu. Bu girişimden bir sonuç alınamamış olsa gerek yaklaşık on yıl sonra yeni bir maden nizamnamesi hazırlıklarına başlandı. Aralarında Orman ve Maden Bakanı Bedros Kuyumciyan’ın da bulunduğu özel komisyon önemli gördüğü dokuz noktayı Şûrâ-yı Devlet’e (Günümüz Danıştayı) bildirdi. Bu tespitlere göre imtiyaz sahiplerinin maden bölgesinde kalhâne (maden eritme ) ve fabrika inşa etmeleri teşvik ediliyordu. Maden arazisi ihtiyaca cevap verecek genişlikte, sermaye ve imalatla orantılı olmalıydı. Ayrıca hazinenin kayıplarını engellemek için çıkarılan cevher miktarının tam olarak belirlenmesi gerekiyordu. Bu nedenle güvenilir memurlar tayin edilerek madenlerin daha sıkı teftişi öngörülüyordu. Maden imalatında kullanılmak üzere ormanlardan ağaç kesilirken bölge halkının ihtiyaçları da dikkate alınmalıydı. Ayrıca beklenen faydayı sağlamayan ve çok uzun olan doksan dokuz senelik imtiyaz süresi kırk seneye indirilmeliydi. Madenlerde istihdam edilecek işçilerin ise yöre halkından seçilmesine özen gösterilmeliydi.
Komisyonda ele alınan ve madenlere tahsis edilecek arazi miktarını ve imtiyaz sürelerini konu alan maddeler daha sonra Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi azalarından bir bölümünün de bulunduğu üst komisyonda ele alındı. Yeni tartışmalarda arazi miktarı ile elde edilecek kazanç arasında bir karşılaştırma yapmanın mümkün olmadığı ileri sürüldü. Çünkü büyük sermaye gerektiren bazı madenlerin arazisi geniş olmakla birlikte, bazen küçük arazileri kapsayan madenler daha verimli olabiliyordu. Eğer amaç geniş arazi parçalarının boş kalmasını önlemek ise maden arazisinden alınan vergi arttırılarak bu kayıp önlenebilirdi. Diğer devletlerde olduğu gibi doksan dokuz sene olarak belirlenen imtiyaz süresinin kısaltılması mültezimlerin yatıracakları sermayeyi tam olarak alamamalarına yol açabilirdi. Bu durum, maden yatırımcılarının piyasadan çekilmesine veya masraflarını kısa zamanda çıkarmak isteyen mültezimlerin madenleri tahrip etmelerine neden olabilirdi. Bununla birlikte büyük sermaye ve hafriyat gerektirmeyen krom ve zımpara gibi yığın halinde bulunan madenler kırk seneden az olmamak üzere ihale edilebilirdi.
Nitekim süre konusundaki komisyon kararı 1887 Nizamnamesinde aynen yer alırken yeni imtiyazlar da bu hükme uygun olarak verildi. Önceki maden mevzuatına göre imtiyaz hakkı alanların da yeni nizamnameye tabi olmaları gerekiyordu. Fakat vergilerin yükseltilmesi itirazlara sebep olacağından bu mültezimlerin yeni düzenleme yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on yıl daha eski hükümlere göre vergi ödemeleri şeklinde bir ara formül bulunarak sorun çözümlendi. Birkaç yıl süren komisyon çalışmalarının tamamlanmasından sonra 7 Eylül 1887 tarihinde Osmanlı Devleti’nin üçüncü Maden Nizamnâmesi resmen uygulamaya girdi.
Dokuz bölüm ve doksan iki maddeden oluşan nizamnamenin ilk bölümünde madenlerin sınıflandırılması ve buna göre imtiyaz süreleri belirleniyordu. Yapılan yeniliklerden biri maden imalatının devamlılığını sağlamak üzere üretimde kullanılan hayvan, her türlü araç gereç ve bir senelik üretim ihtiyacının demirbaş kabul edilerek bunların borç karşılığı hacizlerine izin verilmemesi hükmüdür. Bu hüküm daha sonra maden hukukunun temel prensiplerinden biri olmuş ve güncel mevzuatta da aynen konmuştur. Ayrıca kendi arazilerinde devletten izin almadan maden arayabilen arazi sahiplerinin artık arayacakları madenin cinsini ve arazinin sınırlarını belirterek mahalli idareden onay almaları gerekiyordu. Bu müracaat aynı zamanda madeni ilk bulanın iddiasını ispat etmesini sağladığı gibi, imtiyazı alan kişinin madeni bulana “Mucitlik Hakkı” (Buluculuk hakkı)adı altında tazminat ödemesine de temel teşkil ediyordu. Gerek ruhsata bağlanma ve gerekse güncel mevzuatta yer alan “buluculuk hakkı” böylece tesis edilmiş oluyordu. 1887 Nizamnâmesi mültezimlerin ödeyecekleri vergilere de artış getirdi. Tahsis edilen arazi karşılığı senelik ve dönüm başına 1869’da beş para olan Ruhsat harcı on kuruşa çıkarıldı. Bir yılda çıkarılan cevherden alınan Devlet Hakkı ise bakır, kömür ve simli kurşun gibi kuyu ve mağara açılarak çıkarılan madenler için %1-5 olarak belirlenirken, zımpara, krom, petrol, zift, neft, lüle taşı gibi yığın halinde bulunan madenler için ise %10-20 arasında tahsil edilecekti. Madenin kötü idaresinden ve teknik aksaklıkta meydana gelecek kazalar sebebiyle alınacak para cezaları da ciddi bir şekilde artırılarak 50-100 altın olarak yeniden belirlendi. 1887 Maden Nizamnamesi’nin özellikle Arama bölümüne gelen itirazlar sonucu 1901’de bu kısım değiştirildi. Şahıslara ait arazilerde, çevrede bulunan bina ve diğer yapılara zarar vermeyeceğinin anlaşılması halinde Orman ve Ma’âdin ve Ziraat Nezareti’nin onayı ile keşif kazılarına başlanabilecekti. İstanbul’daki maden hafriyyâtları ister mülk ister mîrî arazide olsun padişahın iznine bağlıydı. Resmi işlemleri tamamlanan ve arama ruhsatı alması uygun görülenler iki ay içinde ruhsatnamelerini almazlarsa haklarını kaybedeceklerdi”
Bu uygulama da temel ayrım Resm-i nisip, güncel deyimi ile devlet hakkında görülmektedir. İkili bir ayrımla kolay çıkarılabilen, yüzeyde ki madenlerin devlet hakkı, yeraltı işletmeciliğine göre düşük tutulmuştur. Burada ki ayrım yapılan madencilik yöntemine göre yapılan ayrımdır. Güncel mevzuatta ise bu ayrım yerine genel olarak maden işletmeciliği yöntemi değil, madenin cinsi ve güncel değeri öne çıkarılmaktadır.
1.5 18 HAZİRAN1901 TARİHLİ TAŞ OCAKLARI NİZAMNAMESİ
İlgili nizamnamenin ilk maddesi nizamname ye kapsamı ile ilgilidir ve sayma yolu ile belirlenmiştir.
Porfiri tipi mermerler, alçıtaşı, kireçtaşı, çakmak ve kaldırım taşı, tüm mermerler, çakıl ve greler, amyant, marn, kil, çimento hammaddeleri, boya için kullanılan topraklar, kaolen ve her türlü killer bu nizamname kapsamına alınmıştır.
Şeklindedir. Bu düzenlemede mermerinde taş ocakları kapsamında değerlendirildiğini görüyoruz.
Bir diğer önemli düzenleme ise
“MADDE 2- Ocaklar hangi nevi arazide zuhur eder ise küşat ve imal etme hakkı o arazi eshabına aittir.”
Şeklindedir. Başka bir ifade ile arazinin mülkiyetine sahip olan, ocağı işletmeye de yetkilidir.
Diğer düzenlemelerde ise, köyün ortak malları ve özellikle meralarda ki faaliyeti için yerel halkın iznine, ormanlarda yapılacak faaliyetlerle ilgili izinin orman idaresine ve askeriyenin arazine 1 km den daha yakın yerler içinde askeriyenin iznine bağlanmıştır.
24. maddede ise “mağara” şeklinde yapılan faaliyetlere maden mühendisinin nezareti şart koşuldur.
Son olarak nizamnamenin uygulanması görevi Orman, Maden ve Ziraat Bakanlığına“ na verilmiştir.
Görüldüğü üzere, maden veya taş ocakçılığı ile ilgili düzenlemeler başlıca iki konu üzerinde değişiklik göstermiştir. Bunlardan birincisi yabancıların ülkemizde madencilik yapabilmesi ile ilgili değişiklikler, bir diğeri ise üretimden alınacak ruhsat harcı, devlet hakkı gibi üretimden devletin alacağı payın belirlenmesine yöneliktir.
2- GÜNCEL MEVZUAT
Güncel mevzuat 26.5.2004, 10.6.2010 ve 4.2.2015 tarihli değişiklikler sonunda taş ocakları sonucu elde edilen ürünler sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. Adı geçen ürünler 1.ve 2. Grup maden olarak vasıflandırılmıştır.
Birinci grup madenler:
a) İnşaat ile yol yapımında kullanılan ve tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl.
b)Tuğla-kiremit kili, Çimento kili, Marn, Puzolanik kayaç (Tras) ile çimento ve seramik sanayilerinde kullanılan ve diğer gruplarda yer almayan kayaçlar
İkinci grup madenler ise:
a) Kalsit, Dolomit, Kalker, Granit, Andezit, Bazalt gibi kayaçlardan agrega, hazır beton ve asfalt yapılarak kullanılan kayaçlar.
b)Mermer, Traverten, Granit, Andezit, Bazalt gibi blok olarak üretilen taşlar ile dekoratif amaçla kullanılan doğal taşlar.
c) Kalsit, Dolomit, Kalker, Granit, Andezit, Bazalt gibi kayaçlardan entegre çimento, kireç ve kalsit öğütme tesisinde kullanılan kayaçlar.
Şeklinde düzenlenmiştir.
Bu ayrım sonucunda devlet hakkı ise,
a)I. Grup (a) bendi madenlerin valilik veya il özel idaresince belirlenen ve ilan edilen boyutlandırılmış ve/veya yıkanmış piyasa satış fiyatı üzerinden %4 oranında,
b)I. Grup (b) bendi madenlerden %4 oranında,
c)II. Grup (a) ve (c) be
ndi madenlerden %4 (Kaba inşaat, baraj, gölet, liman gibi yapılarda kullanılan tüvenan hammadde dışında bu maddedeki Devlet hakkı boyutlandırılmış fiyat üzerinden alınır.) şeklindedir
16 madde de ise “.I. Grup, II. Grup (a) ve (c) bendi madenler için doğrudan işletme ruhsatı verilir” denilerek arama ruhsatı sürecinden muaf tutulmuş, ancak bu muafiyet mermer için sağlanmamıştır.
Aynı maddenin devamında
“I. Grup (a) bendi madenler için alanlar il özel idarelerince ihale edilerek işletme ruhsatı verilir. İhale edilecek alanlar Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak belirlenir. Bu madenlerin ihale bedeli büyükşehir belediyesi dışındaki illerde il özel idarelerinin hesabına yatırılır. Özel mülkiyete tâbi alanlar ihale edilemez. Mülkiyet sahibinin kendi mülkiyeti üzerinde ruhsat talep etmesi halinde bir bedel alınmaz. Bu madenler için, özel mülkiyete tabi alanlarda mülk sahibinin izninin alınması halinde büyükşehir belediyesi olan illerde valiliklerce, diğer illerde İl Özel İdaresi tarafından belirlenen muhammen bedelin yatırılmasını müteakip üçüncü şahıslara da ruhsat verilir. I. Grup (a) bendi maden ruhsatlarının alanları 10 hektarı geçemez.” Denilmekte ve ihale makamı MİGEM yerine il özel idareleri gösterilmektedir. Ayrıca alan sınırlaması da getirilmektedir.
Yeni kanunla ilave edilen bir diğer düzenleme ise
“Denizlerdeki kum ve çakıl, SiO2 oranına bakılmaksızın I. Grup (a) bendi maden sayılır ve bu alanlarda 20 hektara kadar ruhsat verilir.
I. Grup (a) bendi madenlerin ihale edilmesi, ruhsatlandırılması, işletilmesi, işletmelerin denetlenmesi ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenir. “
Şeklindedir.
Bu düzenleme ile de alan sınırları genişletilmiş, denizden kum ve çakıl üretimi maden kanunu kapsamına alınmıştır.
3.GÜNCEL MEVZUATIN YORUMLANMASI
Taş ocakları işletmeciliğinin bir madencilik faaliyeti olup olmadığı, gerek uluslararası ve gerekse ulusal maden hukukunun temel tartışmalarından biridir. Maden mülkiyetinin, toprak mülkiyetine bağlandığı hukuki sistemler ile madenlerin devletin hüküm ve tasarrufunda olduğu sistemler ana ayrılık konusudur.
Ulusal maden hukukumuzda ise doğal kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufunda iken; karma bir sistem yolunu tercih etmiş, taş ocaklarının ruhsatını toprak mülkiyetine bağlarken diğer madenler izne tabi kılınmıştır.
Taş ocakları işletmeciliğinin bir madencilik faaliyeti olup olmadığı sorunun çözümü için maden hukukunun ilkelerinden hareket etmek bizi bir sonuca götürebilir.
Maden hukukunun ilkeleri konusunda doktrinde:
1-Madenler bulundukları yerde üretilmek zorundadırlar
2-Madenler yenilenemeyen kaynaklardır
3-Maden hakları bölünemez
4-Maden hakları tekel niteliğindedir
5-İstisnalar temel özelliktir. Görüşü savunulmaktadır.
Konumuzla ilgisi bakımından yukarda sayılan ilkelerden madenlerin yenilenemeyen kaynak olması açısından incelediğimizde, taşların diğer madenlere göre yenilenemeyen kaynak olma niteliği daha düşüktür. Başka bir ifade ile “taş” ,diğer madenlere göre daha çok bulunur. Bu nedenle yenilenememe özelliği diğer madenlere göre daha azdır. Bu açıdan taşın maden niteliği diğer madenlere göre düşüktür. Maden tanımı içinde gri alan içindedir.
Diğer bir ilke olan istisnaların temel özellik olması açısından ise, her maden işletmeciliği kendi başına ayrı bir projedir. Her taşın fiziksel, kimyasal, özelikleri birbirine benzemeyebilir. Oluşumu, yataklanması ve jeolojisi açısından da farklı madencilik veya hazırlama yöntemine ihtiyaç duyabilir. Bu nedenle de tek tip uygulama mümkün değildir.
4-ÖNERİLER
İlkelerden hareketle yapılan çözümde, güncel mevzuatımız genel itibarı ile maden işletmelerinin büyüklüğü açısından ayrım yapmamaktadır(Devlet hakkı hariç). Daimi Nezaretçi, idari para cezaları, projelerin YTK lara yaptırma zorunluluğu, iş güvenliği tedbirleri açısından tek tip uygulamalar söz konusudur. Oysa maden hukukunun da adaleti sağlama görevi vardır. Adaletin temel ilkesi eşitler arasında eşitliktir. Zayıf olanın, güçlünün yanına çekilmesidir. Bu nedenle ulusal madenciliğin de sürdürülebilmesi için de maden hukukunda zayıf veya küçük işletmelerinde korunmasına yönelik tedbirlerin öncelikli olması beklenir.
Bir diğer sorun ise maden işletme projelerinin bilimsel anlamda denetlenmemesidir. MİGEM ve Özel idarelerin denetimi şekil açısından denetimdir. Bu nedenle kamu malı olan madenlerin işletilmesi için hazırlanan projelerin maden bilim kurulunda denetlenmesi gerekir. güvenliği açısından bilimsel uygunluk ve son olarak çevre bakımından bilimsel uygunluktur.
5- SONUÇ
5177 sayılı kanunda taş ocaklarının, maden kanununa dâhil edilmesi ile ilgili gerekçe şu şekildedir:
Günümüzde çimento sanayinin ihtiyacı olan kalker, Puzolanik kayaç ve marn gibi hammaddeler taşocağı ruhsatları ile karşılanmaktadır. Büyük bir gelişme içinde olan bu sektör daha büyük yatırımlar yapabilmek için hammadde ihtiyacını daha güvenilir ve büyük rezervli kaynaklardan karşılamak istemektedir. Kireç sanayi içinde aynı durum söz konusudur. Bu nedenle kalker, Puzolanik kayaç ve marnın maden kanunu kapsamına alınması gerekli görülmüş ve kanunun 2 nci maddesine eklenmiştir. Diğer taraftan dekoratif taşların giderek önem kazanması ve bazı taşların parlatılmadan kullanımının yaygınlaşması nedeni ile kanundaki mermer tanımının yeniden düzenlenmesine ihtiyaç duyulmuş ve kesilip parlatılarak kullanma kıstası kaldırılmış ve dekoratif taşlar da bu madde kapsamına alınmıştır. Bu değişiklik sonucunda mermer ve dekoratif taşların inşaat sektöründe kullanımı ile önemli gelişmeler beklenmektedir.
Seramik sektöründe düşük oranlı Al2O3 ihtiva eden killerin kullanımının artması göz önüne alınarak Al2O3 oranının kaldırılması zorunlu hale gelmiş ve tüm sektörlerin kil talebinin karşılanması amaçlanmıştır. Seramik sektöründe, döküm sanayinde ve diğer sanayi kollarında kullanılan kil alanları ile tuğla-kiremit sanayinde kullanılan kil alanlarının çakışması nedeniyle ortaya çıkan sorunları kaldırmak ve tuğla-kiremit sanayi için gerekli kil ihtiyacının karşılanmasında yaşanan güçlükleri ortadan kaldırmak amacıyla tuğla-kiremit kili tasarı kapsamına alınmıştır. Kuvars kumu yataklarındaki SiO2 oranının da % 80’e düşürülmesi zaruret haline gelmiştir.
Diğer taraftan değişik tarihlerde Bakanlar Kurulu Kararı ile Maden Kanunu kapsamına alınmış olan karbondioksit (CO2), turba, alçı taşı (jips, anhidrit), kalsit ile sanayinin önemli hammaddelerinden olan sepiyolit ve huntit madde metnine ilave edilmiş ve 2 nci maddede bilimsel sınıflamalara uygun bir düzenleme getirilmiştir.
“
Ana gerekçenin “…bu sektör (madencilik) daha büyük yatırımlar yapabilmek için hammadde ihtiyacını daha güvenilir ve büyük rezervli kaynaklardan karşılamak istemektedir.” Şeklindedir. Bu gerekçeye katılmakla birlikte, küçük işletmelerin yok olacağı da bir başka sonuç olarak karşımıza çıkacaktır.
Bir diğer sonuç ise, maden mevzuatında değişiklik gerekçeleri olan, yabancıların maden işletmeciliği yolunun açılması ve devletin maden gelirlerinden ayrılan payın tespiti tartışmasının aynen devam ettiği sonucuna varmak mümkündür.
KAYNAKÇA:
Dalsar, F. (1947). Maden ve Madencilik Tarihi. İktisat ve Maliye Dergisi Sayı 45/47.
Göğer, E. (1979). Maden Hukuku. Ankara: Ankara Üniversitesi No:441.
Gülan, A. (2008). Maden İdare Hukukumuzun Ana İlkeleri ve Temel Müesseseleri
Keskin, Ö. (n.d.). Osmanlı Devleti’nde Maden HukukununTekâmülü (1861-1906),. Retrieved Ekim 2015, from dergipark.ulakbim.gov.tr/otam/article/view/500008512
Kübalı, H. N. (1942). Eski Mevzuatımız ve Maden Mülkiyeti. Maarif Vekaleti Derleme Müdürlüğü.
Günay, Ö. (2016) Maden Hukuku, Seçkin Yay
http://www.maden.org. tr/mevzuat/mevzuat_detay.php?kod=60 27.07.2016 tarihinde alındı
https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss451m.htm 19.09.2016 da alındı
ı