Maden hukukunun ,madencilik faaliyetlerinin içerdiği özellikler nedeni ile diğer hukuk düzenlemelerinden farklı özellikler içermelidir.[1]Bu özelliklerin başlıcaları şunlardır:

a)Madenler bulundukları yerde üretirler.Diğer sanayi ve ekonomik faaliyetlerde , faaliyetin icra edileceği yer konusunda farklı alternatifler rahatça bulunabildiği halde, madencilik madene bağlıdır,doğal kaynağın bulunduğu yerde yapılma mecburiyeti vardır

b)Madenler tükenen doğal kaynaktır. Üretilen madenin aynı hacminde aynı madenin tekrar bulunma ihtimali yoktur. Tüketildiğinde sonlanırlar.

c)Madencilik faaliyetleri en az zarar, en fazla yarar ilkesine göre üretilmelidir. Uluslararası kabul görmüş deyimi ile “sürdürülebilir kalkınma “ ihtiyacını karşılamalıdır Maden arama ve üretimi yüksek risk içerdiği, her zaman bilinmezleri içinde taşıdığı için özel bir faaliyet türüdür. Bu nedenle de özel hükümlere tabi olmalıdır.

d)Madencilik projeleri iş kazaları bakımından da yüksek risk içerir. Bu nedenle de özel düzenlemeye ihtiyaç duyar.

e)Anayasa Mahkemesinin “… Bu sektörde (madencilik ) faaliyet gösteren bazı firmalar dünya çapında monopol durumuna gelmiş olup, stratejik önemdeki madenlerin arama ve işletme ruhsatlarını ele geçirdikleri gibi, dünya pazarlarında da üretim ve fiyat politikalarını diledikleri gibi düzenleyebilmektedirler. Bu dev monopollerin, özellikle azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin madencilik sektörü üzerinde doğrudan veya dolaylı, açık veya gizli, baskı ve kontrolları vardır.” [2]

Şeklinde değerlendirmesi vardır. Bu nedenle bu gizli,baskı ve kontrolün bir olgu olarak kabul edilmesi gerekir.Bu nedenlerle maden hukuku konusu, bu hukukun gerektirdiği özelliği nedeni ile farklı yoruma ihtiyaç duymaktadır.Maden ruhsatlarının kıymet takdiri de bu özellikler dikkate alınarak yapılmalıdır.

Anayasa’mıza göre , madenler devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Devlet, kamu menfaati amacı ile madenleri ,özel kişilere arama ve işletme amacı ile maden ruhsatına bağlı haklar sağlayabilir.

Maden kanunda ki yetkilendirmeler, maden arama ,işletme ve buluculuk hakkıdır. Maden ruhsatı maden arama ruhsatı olarak arama , maden işletme ruhsatı maden işletmesinin devlet tarafından yetkilendirilmesidir. Maden kanununda göre de Arama Ruhsatı : Belirli bir alanda maden arama faaliyetlerinde bulunulabilmesi için verilen yetki belgesi.İşletme Ruhsatı : İşletme faaliyetlerinin yürütülebilmesi için verilen yetki belgesi. Şeklinde tanımlanmış olup ,yetkilendirme olduğunu anlamaktayız.

Maden ruhsatları, Maden Kanunu 5’e göre, devredilebilir, farklı hükümlere göre iptali mümkündür, MK 39’ a göre rehnedilebilinir.,MK 40’a göre haciz edilebilinir, MK 42 ye göre’de ipotek edilebilinir.

Tüm bu nedenlerle çıkacak uyuşmazlıklarda da, maden ruhsatının kıymetlendirilmesi gerekecektir.

Maden ruhsatlarının kıymetlendirilmesi için, alım satım değeri gibi esaslar dahilinde bir kıymetlendirme yapılıyor ise de, madencilik gibi bilinmezlikler içinde yapılan ve yüksek risk içeren bir sektör olması dolayısıyla, objektif anlamda bir alım satım değeri tespit edebilmek mümkün olmamaktadır. Ayrıca konu ile ilgili bir borsa da oluşmadığı için bir borsa değerinden bahsetmek de mümkün değildir.

Maden ruhsatları niteliği gereği ,toprak mülkiyetinden farklı unsurlar içermektedir. Ayrıca, Maden Kanunu 4’e göre de “ Madenler Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir. “ Bu nedenle mülkiyet hukukuna bağlı bir takdir işlemi ,maden hukukuna göre uygun düşmeyecektir.

Geldiğimiz aşama itibarıyla, önümüzde ki sorun yetkinin sınırlarının tartışılmasını gerektirir. Bu sorunun cevabını ise yine maden kanunu çerçevesinde cevaplamalıyız. Maden ruhsatlarının ayrılmaz parçaları ,ruhsat sahibine ödevlerde yükler,bunlardan en önemlisi Maden Kanunu Md:3 de tanımlanmış olup,Arama ruhsatları için Maden arama projesi, Ön İnceleme Raporu, Ön Arama Faaliyet Raporu, Genel Arama Faaliyet Raporudur.İşletme Ruhsatlarıda ise,yine Maden Kanunu’nun Md:3 de tanımlanmış olan Fizibilite Raporu,Proje,İşletme Faaliyet Raporu ,İşletme projesi uygulama raporudur.Bu raporların verimemesi,eksik düzenlenmesi ve tamamlanmaması ruhsatın iptaline varacak sonuçlar doğurmaktadır. (Maden Kanunu 17 ve 24/2) Bu nedenle yukarda sayılan raporlar, arama ruhsatının tamamlayıcı parçalarıdır,ruhsatla bir bütündür.

Ancak , arama ruhsatlarında,mülkiyet hakkı doğuracak maden henüz ortada yoktur. Arama dönemi başlıca üç şekilde sonuçlanabilir.

Birincisi, arama döneminde maden varlığına tesadüf edilmemiş olabilir.Böyle bir arama ruhsatının rasyonel anlamda bir kıymet takdirini gerektirecek durum yoktur.

İkinci sonuç, bir maden varlığına tesadüf edilmiş olmakla birlikte,içinde bulunan ekonomik ve ticari ortam nedeniyle üretime değer bulunamamış olabilir. Bu durumda ruhsatın kıymet takdiri,risk analizleri çerçevesinde değerlendirilebilir.

Üçüncü sonuç, ekonomik bir maden varlığına tesadüf edilmiş ve bu maden rezervi, üç boyutlu olarak tesbiti yapılmış, niteliği ortaya çıkarılmış(tenör ve teknolojik özellikleri ) olabilir.

Bu durumda arama ruhsatının doğurduğu hak, bulunan ve görünür hale getirilen bu rezervin ekonomik büyüklüğü ile ilgilidir. Kıymet takdiride arama dönemi sonunda idareye beyan edilen raporda ki görünür rezerv miktarına göre yapılmalıdır.

Benzer şekilde işletme ruhsatının ayrılmaz parçası da işletme projesidir. Ruhsat sahibinin yetkileri, bu projedeki çerçeve ile sınırlıdır.

Bu nedenlerle, maden ruhsatlarının kıymet takdiri, bağlı olduğu ,ruhsatın ayrılmaz paçaları olan projelerde ki bilgilere göre tespiti gerekir.Diğer bir açıdan, maden hakları ,madenin işletilmesi amacını güder.Bu nedenle de hak ,var olan maden üzerinde doğar. Ruhsata bağlı raporlarda ,görünür rezerv haline getirilen maden,idareye beyanı ile hakkın doğumunu sağlar. Ruhsat, ekinde ki raporlarda belirtilen görünür rezervin işletilmesi yetkisini doğurur. Bu nedenle maden ruhsatının kıymeti ,ruhsatla yetkilendirilen,proje ile beyan edilen görünür rezerv ile açıklanabilir.

Görünür rezervler bir beyan ile oluşmaktadır ve Maden Kanununda ki tanımı :Beyan : İlgililerin resmi kuruluşlara herhangi bir durumu belirlemek veya açıklamak maksadı ile vermiş oldukları yazılı belge. Şeklindedir. Ayrıca Maden Kanununda “Beyan usulü:



Madde 10 – Madencilik faaliyetlerinin bu Kanun hükümlerine göre devamı süresince teknik ve mali konularda yapılan yazılı beyanlar ile yetkili kişilerce tanzim edilen raporlar doğru kabul edilir.


Teknik elemanlar sadece ihtisas sahibi oldukları konularda beyanda bulunabilirler ve beyanları ile sorumludurlar. Ruhsat sahipleri ise teknik konular dışındaki tüm beyanlardan sorumludurlar.


Beyanlardaki hata ve noksanlıklar, idarenin tespiti ve sorumluların uyarılmasından itibaren iki ay içerisinde düzeltilir. Bu sürede gerekli düzeltmenin yapılmaması halinde 20.000 TL idari para cezası uygulanır.(1)


Gerçek dışı veya yanıltıcı beyanda bulunmak suretiyle bu Kanun hükümlerinin uygulanmasını engelleyen ve haksız surette hak iktisabına sebep olan teknik elemanlar uyarılır. Gerçek dışı veya yanıltıcı beyanların üç yıl içinde tekrarı halinde teknik elemanların bu Kanun gereğince yapacakları beyanlar bir yıl süreyle geçersiz sayılır. Fiilin her tekrarında hak mahrumiyeti uygulamasına devam edilir. Uygulanan uyarı ve hak mahrumiyeti, teknik elemanın bağlı bulunduğu mesleki teşekküle bildirilir“

Şeklindedir. Bu nedenle de beyan edilen bilgilerin objektif niteliğe ulaştığını söylemek mümkündür.

Bu nedenlerle, maden ruhsatlarında kıymet takdiri, ruhsatın ayrılmaz parçası olan proje ve raporlara göre tanzim edilmeli ve görünür rezerv esas alınmalıdır.

[1] Doç. Dr Aydın Gülan,Maden Hukukumuzun ana İlkeleri ve Temel Müesseseleri,2008

[2]Anayasa Mahkemesi Esas Sayısı : 1985/20 Karar Sayısı : 1986/30 Karar Günü : 24.12.1986 R.G. Tarih-Sayı : 15.03.1987-19401 )

1980 yılında, Hacettepe Üniversitesi Maden Mühendisliği bölümünden mezun olmuştum. O zaman çok duyarlı idik, hak, adalet, eşitlik kavramları beynimizi kemiriyordu. Bunun bir yansıması olarak, Mezuniyetimden sonra tekrar üniversite sınavına girerek A.Ü. Hukuk Fakültesi’ni kazanmışdım. Ancak okula, bilinen sebeplerle devam edemedim. Bir gazete haberi sonrası, öğrenci affı çıktığını öğrendim. Müracaatlarıma olumlu cevap aldım. Hukuk Fakültesi’ nde ki yarım yıllık öğrencilik yaşamımı bile tamamladım. Aradan otuz yıl geçtikten sonra ve 55 yaşında Hukuk öğreniyorum. Aldığım tepkiler ise, “Helal olsun valla!”, “Harikasın moruk”, “Bu yaşdan sonra nasıl çekiyorsun?” şeklinde. Otuz yıllık sürede ki değişimi görmek beni oldukça şaşırttı. 1980 de cep telefonu yoktu. Oysa şimdiki öğrenciler ellerinden bırakmıyorlar. Eskiden okumak revaçta idi, şimdi ise yazmak revaçta. Çünkü öğrenciler, ders sırasında bile durmadan cep telefonlarına yazı yazıyorlar. Daktilo yazarken parmaklarımızın hızı, şimdi ki gençlerin mesaj yazma hızlarına eriştiğini söyleyemem. Şimdikiler daha hızlı. Sınıflarda ders dinleyebilmek için yer bulmak sorun, dersler başlamadan çok önce gelip yer kapmak gerekiyor. Çünkü, okulun bu yıl aldığı öğrenci sayısı 800 den fazla imiş. Öğrencilerin genel ekonomik durumu birbirine çok yakın ve genellikle taşradan gelmişler. Ekonomik durumu iyi olanlar artık vakıf üniversitelerini tercih ediyorlarmış. Öğretim üyeleri arasında ise vakıf üniversitelerinde de ders verebilenler ve veremiyenler şeklinde ayırım varmış. Ekonomi dersinde, sosyalist ekonomik sistemden hiç bahsedilmedi. Kitaplarda da yoktu. İlgili öğretim görevlisine durumu sorduğumda, bana uzaydan gelmişim gibi baktı. Anayasa Hukuk dersinde benzer sorun vardı. Bu konuda da cevap olarak uzun uzun Anglo-Sakson anayasasını dinlemek zorunda kaldım. Geçen otuz yılda teknoloji çok ilerledi, aynı gelişim özgür üniversite kavramını çok yıpratmış. Tek tip öğrenci, düşünmeyen, ezberleyen, biat eden öğrenci yetiştiriliyor. Şikayet etmeyeceğim inadına mücadele, inadına doğru bildiğimi haykırma, inadına özgürlük, İnadına eşitlik, inadına öğrenmeye devam edeceğim. Siz mi ne yapacaksınız? Beni ne hor görün, ne de alkışlayın. Sadece okuduğunuz kitaptan bir fazlasını okumaya ve okutmaya çalışın. İnadına…

 

Bu yazı Anafilya dergisinin 2010 yılı Mart ayı 105. sayısında yayımlanmıştır. http://www.anafilya.org/go.php?go=7da36901d12c9

Evinizde kullanmadığınız veya ihtiyacınızdan fazla olan bir eşyayı, ihtiyacı olan birine vermişsinizdir. Bunu yaptığınızda da mutluluk duymuş olmalısınız. Ben de vücudumda bana fazla gelen, ihtiyacımdan fazla olan kanı bağışlamayı düşündüm. Kan merkezine gittim. Önce tahlil ve daha sonra doktor muayenesinden sonra kan verebileceğim söylendi. Özel hazırlanmış koltuklardan birine uzandım, damarımdan akan kan torbaya dolmaya başlayınca sevinmeye başladım. Tanımadığım, hayatta belki hiç karşılaşmayacağım, belki varlığından bile haberim olmayan birine yardım ediyordum. Koltukların hemen karşısında büyük televizyon ekranında bir haber kanalı açıktı. Gençler bir eğlence merkezinden çıkmışlar, çıkışta otomobilleri ile yarış yaparken kaza yapmışlar, üçü ölmüş, dördü de yaralanmış. Ailelerini düşündüm, kim bilir kaç kez çocuklarını alkollü araba kullanmamaları için uyarmışlardı. Kaç kez kavgalar edilmiş ve gençler, büyüklerine kaç kez söz vermişlerdi. Çaresiz bir üzüntünün dışında, gençlerin bu davranışını açıklayabilmek belki üzüntümü hafifletecekti. Bu kazanın sebebini sadece gençlerin sorumsuzluğuna, denetim yetersizliğine veya benim aklıma gelmeyen birçok nedene bağlamak mümkündü. Üstelik bu ilk ve tek kaza değildi. Benzeri kazalarda yalnızca burjuva çocukları değil; varoşların gençleri de yaralanıyor veya hayatlarını kaybediyorlardı. Kan verme işlemim bitti. Ayrıca güler yüzlü, belki de kaza yapan gençlerle aynı yaşta bir hemşire, bembeyaz giysileri içinde bana bir kitap hediye etti. Hemşireye kitabı kendisinin okuyup okumadığını sordum. “Okumadım, vaktim olmuyor” dedi. Eve dönüşümde kitabı karıştırmaya başladım. Platon, İÖ 427-348 yılları arasında yaşamış bir düşünür. Platon’a göre nasıl insan çeşitler var ise, devletin de dört düzeni vardır. Çünkü düzen ve onun yasaları bir devleti oluşturan insanların karakterlerinden türerler ve dönerek insanı yeniden biçimlendirirler. Oligarşinin de içerdiği sınıf mücadelesi sonucu, demokrasiye geçeceğini söyler.” Demokrasinin, devlet düzeninin karakteristik özelliği, özgürlüktür. Aslında eşit olsunlar olmasınlar, diğer devlet biçimlerine göre, herkese bir eşitlik sağlar bu düzen. Demokrasi devleti gibi, bu düzenin de kendisine karşı gelen insanları vardır. Bu insanlar, engel, dur durak bilmeyen, her arzularının, her isteklerinin yerine getirilmesini bekleyen, ihtiyaçlarının sınırları bulunmayanlardır. İyi eğitilmemiş genç insan, yabanarılarına dönüşüp onların dünyasına yerleşir. İçinde temiz bir şey kalmamış olan delikanlı, saygısız, düzensiz, serseri, yüzsüz biri olup çıkacaktır. Böyle bir devlette, gençleri eğitmesi gereken öğretmenler, bu koşullar içinde öğrencilerinin karşısında titrerler ve onlara yağ çekip dururlar. Ne var ki öğrenciler onları adam yerine bile koymazlar. Büyükleriyle olduğu gibi, öğretmenleriyle de alay ederler. Yaşlılar ise gençliğin arasına karışır, espriler ve şakalar yaparak onların hoşuna gitmeye, böylece, huysuz ve buyurgan, sert izlenimi vermemeye çalışırlar.” (age :syf 29) Eğer Platon’un bu düşünce ve sözleri doğru ise, kazanın asıl suçlusu olarak demokrasiyi gösteremez miyiz? Bundan 2400 yıl önce Platon ayrıca “Hırsların ve insanın kendisi için iyi olacağını düşündüklerini elde etmek istemesindeki aşırılığı; demokrasi yerine tiranlık (zorbalığın hakimiyeti) rejimin gelişini sağlar” da demiş. Demokraside kendi isteğimle, iyilik yapma duygusuyla, gönüllü olarak kan verebilmiştim. Oligarşide kanımı para ile satmak zorunda kalabilirim. Zorbalıkta ise kanımı sanırım zorla alırlar. Demokrasinin gereğinde kendini tamir etme ve yenileme şansı yüksek gibi görünüyor. Platon’un ideal devlet için öngördüğü tasarım ise, akla pek uygun gibi görünmüyor. **Alıntılar, “Bordo Siyah Klasik Yayınlar” tarafından 2004 yılında yayınlanan Platon’un “Şölen” adlı kitabının önsözündendir. Türkçe’ye Cüneyt Çetinkaya tarafından çevrilmiştir.

Bu yazı Anafilya dergisinin 2007 yılı Nisan ayı 71. sayısında yayımlanmıştır. http://www.anafilya.org/go.php?go=7d754702d0c8c

 

ÖZET:

Maden hukuku, üzerinde fazla düşünülmemiş, yargı yolu ile dava konusu haline fazla gelmemiş bir hukuk dalıdır. Mevcut bilimsel yayınlar çok az ve yetersizdir.

Bu nedenle, sempozyumun da ilk olması sebebi ile, maden hukukunun temel kavramları üzerinde durulmuştur.

Kavramlar, hem maden mühendisliği ve hem de hukuk açısından tartışmaya açılmıştır. Maden kanuna verilen isim, maden tanımı, maden ruhsatlarının iki boyutlu ve arza bağlı olması sorunları üzerinde durulmuş, ayrıca maden hukukunun var olan hali ile ticari bir iş olarak kabulü gerektiği, bunun yerine insani yanının öne çıkarılması gerektiği ile ilgili düşünceler açıklanmıştır.

ABSTRACT:

Mining law is a branch of law which is not thought over so far and there has not been so much cases to focus on to improve itself by time. The number of scientific work about mining law is also very few in comparision to other branches of law. So, because of this and also it is the first symposium, in this paper, the contex has been choosen the basic terms and principles of the mining law.


The terms are come up for discusson both mining engineering and the law point of view. In the paper, It is elaborated that, the name of “mining law”, description of mine and the mining licences that are two-dimensional and supply based. Also, the readers will find the thoughts that put the humanity side forward in other words focusing the humanity instead of existing mining law’s commercial side.

1-KANUNA VERİLEN İSİM:

2015_25_11__11_44_24__285Madenle ilgili düzenlemeyi sağlayan kanunun ismi her ne kadar maden kanunu ise de, kanunun düzenlemesi, madencilik faaliyetlerinin düzenlenmesini amaçlamaktadır. Madenin kendinden doğan haklar, maden hakları olarak değerlendirilebilirse de; maden kanunu madencilik faaliyetlerinin düzenlenmesine yöneliktir. Maden bir varlıktır, madencilik faaliyetleri ise maden varlığını esas alan bir faaliyetler bütünü, bir iş ya da eylemdir. Dolayısıyla, maden kanunu kavramı madencilik faaliyetlerini karşılamaktan uzaktır.

Ayrıca maden kanunun Anayasa’da ki kaynağı olan 168 maddedir ve ilgili Anayasa maddesinin başlığında “Tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi” dir. Buradan da anlaşılacağı üzere Anayasa’da maden üzerine bir düzenleme değil, kaynakların aranması ve işletilmesi üzerine bir düzenleme den söz etmektedir.

Kanunun ismi ise maden kanunu olmasına rağmen maden kanunun amaç maddesi :

“ Amaç:

Madde 1 – Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler”


şeklindedir.

Anayasa’da olduğu gibi ilgili kanunda da maden varlığı değil, onun aranması ve işletilmesi ile ilgili konuların amaçlandığı anlaşılmaktadır.

Benzer şekilde Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği’nin adı doğru seçilmiş ve maden değil, maden faaliyetleri esas alınmıştır. Bu nedenle yönetmeliğin adı Madencilik Faaliyetleri izin yönetmeliğidir. İlgili yönetmeliğin Birinci maddesi:

“Madde 1 – Bu Yönetmeliğin amacı, 3213 sayılı Maden Kanununun 7 nci maddesinde belirtilen alanlarda madencilik faaliyetlerinin hangi esaslara göre yürütüleceği ve bu esaslarla ilgili olarak bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının vereceği izinlere dair usul ve esasları düzenlemektir.”

Şeklinde olup maden değil, madencilik faaliyetleri esas alınmıştır.

Ayrıca Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği‘nin amaç ve kapsam maddeleri incelendiğinde de benzer şekilde maden değil, madencilik faaliyetlerinin esas alındığı görülecektir.[1]

Maden çıkarılmadığı veya aranıp bulunmadığı sürece,nötr bir varlıkdır. Maden aranmaya başlandığında veya üretim ve işlenmeye başlandığında ilişkiler doğmakta ve bu nedenle de hukuki uyuşmazlıklar çıkmaktadır.

Bu nedenlerle, maden kanunu ismi, içeriğe uygun düşmeyen bir isimlendirmedir.

Maden kanununun içeriğini açıklayan kavram “Madencilik faaliyetlerini düzenleyen kanun” veya 1942 tarihli kanunda olduğu gibi “ Madenlerin Arama ve İşletilmesi hakkında kanun” şeklinde olması gerektiğini ancak Anayasa’ya uygun ismin “ Maden kaynaklarının aranması ve işletilmesi hakkında kanun” olmasını önerilmelidir.

 

2- RUHSATLAR ÜÇ BOYUTLU OLMALIDIR

Madenler yeraltında veya yerüstünde bulunabilir, ancak nerede bulunursa bulunsun bir hacmi kapsar ve bu nedenle de üç boyutludur. Rezerv tanımlarını, maden varlığını açıklamakta kullandığımız biçimiyle, görünür, muhtemel, mümkün gibi sınıflandırırız ve tümüyle üç boyutludur. Rezerv hesabı yapmak için kullandığımız bilgisayar programları tümüyle artık üç boyutlu olarak çalışmaktadır. Maden yolları, galeriler, zenginleştirme tesisleri, atık sahaları, işletme çukurları tümüyle üç boyutlu olarak ifade edilir. Bu nedenle maden varlığı ve maden faaliyetleri üç boyutludur.

Buna karşın, madencilik faaliyetini yürütmek üzere verilen maden ruhsatları iki boyutludur. Bu durum, üç boyutlu bir faaliyet iki boyut içeren bir ruhsatla düzenlenmek istenmektedir. Maden hukukunun temel eksikliği budur. Bu nedenle maden ruhsatları da üç boyutlu olmak zorundadır.

Diğer bir açıdan kanunun dördüncü maddesi” Madenler Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir. “ Şeklinde olup, mülkiyet ilişkisini tartışmasız bir şekilde düzenlemektedir. Oysa mülkiyet ilişkisi de doğurabilecek olan ruhsat koordinatları arza bağlı mülkiyeti de içine alacak şekilde düzenlenmektedir.

Bu nedenlerle, ruhsat koordinatları arzın mülkiyetinden bağımsız ve üç boyutlu düzenlenmek gereği olduğunu düşünüyorum.

 

3-MADEN BİR DOĞAL KAYNAKTIR, KAYNAK RUHSATLANDIRILMALIDIR

Maden kanunun dayanağı Anayasa’nın maddesi:

III. Tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi

Madde 168 – Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, Devletin gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir.

Kuralda “tabii servetler ve kaynaklar” konunun objesidir. İlgili kural madencilik özeline uygulandığında, söz konusu olan “maden kaynağı” dır. Dolayısıyla madencilik faaliyetleri kaynağın aranması, kaynağın işletilmesi veya kaynak üzerinde buluculuk tesisi yetkilendirilmek gereklidir. Devletin hüküm ve tasarruf altına aldığı faaliyetin öznesi “maden kaynağı” dır. Kaynağın işletilmesi hakkı devlete aittir.

Ancak uygulamada çoğu zaman, aynı kaynak birden fazla ruhsata bağlanmış şekilde işlem görmektedir. Bu arama ve üretim şekli madencilik disiplinine de aykırı olmakla birlikte, madenler, ruhsat sınırlarına göre değil, doğal nedenlerle ve iç dinamiği ile oluşmaktadırlar. Bu nedenle madencilik faaliyetlerinin, kaynağı hedef alan ve kaynağı esas alan faaliyetler olmalıdır.

Bunun yanında, maden ruhsatları da arza bağlı, madencilik oluşumunu esas almayan yüzeyi esas alan şekilde düzenlenmesi, madenciliğin doğasına aykırıdır. Bilindiği gibi madencilikte en büyük sorun artık madencilik izinlerinde yaşanmaktadır. Nitekim kanun koyucu, bu konuda ki sıkıntıları giderebilmek için, Maden kanununda “ Ereğli maden havzası”, otuzuncu maddede “havza madenciliğini geliştirmek ” yirmi dördüncü maddenin beşinci fıkrasında yine “ havza madenciliği” tekrar edilmektedir. Havza madenciliğinden, var olan kaynağın tek bir ruhsata bağlanması şeklinde anladığımız için, her maden kaynağının tek bir ruhsata bağlanması yönünde kaçınılmaz değişikliklere sebep olmuştur.

Benzer şekilde maden kanunun Hakların bölünmezliği, devir ve intikali ile ilgili beşinci maddesi “Madenler üzerinde tesis olunan ilk müracaat (takaddüm),(…), arama ruhsatnamesi, buluculuk (…) ve işletme ruhsatı haklarının hiç birisi hisselere bölünemez. Her biri bir bütün halinde muameleye tabi tutulur.” Şeklindedir. Bu maddenin geniş yorumu ile hakların bölünemezliğini, maden kaynağı üzerinde tek bir hakkın var olduğunu, aynı maden hakkı üzerinde birden fazla hak olamayacağı sonucuna varılır.

Yukarda saydığımız Anayasa ve maden kanununun ilgili hükmü, madenin ruhsat sınırlarına göre oluşmadığı, kaynağın tek bir elden işletilme zorunluluğu nedenleriyle, özellikle işletme ruhsatları tek bir kaynağa karşılık gelmeli, maden kaynağına da tek bir ruhsat düzenlenmelidir.

 

4- MADENCİLİK FAALİYETLERİ KAMU YARARI AMACI İÇİN DÜZENLENMELİDİR.

Maden kanunun dayandığı Anayasa’nın 168. maddesi, Anayasa’nın ikinci bölümünde, ekonomik hükümler alt başlığında yer almaktadır. Benzer şekilde kanunun değişik maddelerinde ekonomik ve ticari değer tekrar edilmektedir.Kanunun ikinci maddesinde;

Madenler: (1)

Madde 2–

Yer kabuğunda ve su kaynaklarında tabii olarak bulunan, ekonomik ve ticarî değeri olan petrol, doğal gaz, jeotermal ve su kaynakları dışında kalan her türlü madde bu Kanuna göre madendir.

Şeklinde tanımlanmıştır. Ekonomik ve ticari değer esas alınmıştır. Kanunun ikinci maddesinin tanımlarında:

Pasa: Mevcut ekonomik ve teknik şartlara göre işletilmesi mümkün olmayan, ancak işletme gereği istihsal edilen cevher.

Görünür Rezerv : Kaynağın üç boyutu ile belirlenmiş olan ve bu boyutlar içerisinde sürekliliği konusunda en az risk taşıyan, jeolojik, madencilik, metalürjik, ekonomik, pazarlama, hukuki, çevresel, sosyal, mali etkenlerin altında ve günün şartlarında işletilebilir kısmı.

Maden Arama Projesi: ) Arama ruhsat sahasında bir termin planı dahilinde, ekonomik olarakişletilebilecekbir maden yatağı bulabilmek için arama süresi boyunca yapılacak olan arama faaliyetlerini ve bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesine yönelik yatırım bilgilerini ve mali yeterliliği içeren projeyi.

Kaynak: Yerkabuğunda veya derinliklerinde; biçim, nitelik ve nicelik olarak muhtemel ekonomik beklentileri karşılayacak katı, sıvı ve gaz birikimleri.

Rezerv: Kaynağın, boyutları ve tenörü/kalitesi belirlenmiş ve günün şartlarında ekonomik olarak üretilebilir ve işlenebilir kısmı

Bu örnekleri çoğaltmakta mümkündür. Dolayısıyla, gerek Anayasa ve gerekse ilgili kanun, madenciliği, idarenin ekonomik ve ticari bir faaliyeti olarak kabul ettiğini varsayıyoruz.

Ancak madencilik faaliyetine ait uyuşmazlıklarda idari yargının görev alanına girdiği, idari işlem sonucu idari mahkemelerin görevi nedeniyle yargılama yapılmaktadır.[2]

Ayrıca kanunda yapılan son değişikliklerle, maden ruhsatına “ruhsat bedeli” tanımı ilave edilmiş ve ruhsat alınması teminat yerine bedele bağlanmıştır.[3] Ayrıca tespitlerimize göre de 24 ayrı para cezası ihdas edilmiştir. Kanunda yapılan değişiklikle de yetkilendirilmiş tüzel kişilik kavramı[4] ilavesi ile MİGEM bir ticari işletme vasfına bürünmüştür. Her ne kadar ticaret siciline kayıt zorunluluğunu getirmemiş olsa da, yukarda sayılan nedenlerle, tamamen bir ticari işletme vasfına haizdir.

Anayasa’da ilgili madde de , “Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir” denilerek, madenlerin aranması ve işletilmesinin devlete ait bir görev olduğunu kural olarak benimsemiş, devamında istisna olarak “Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir.” Hükmü getirilmiştir.

Bu nedenle Anayasa’nın bu maddesinin yorumundan kuralın asli unsur olduğunu ve madenlerin devlet tarafından aranması ve işletilmesi gerektiğini ve istisnaen gerçek ve tüzel kişilere de yaptırması gerektiği şeklinde yorumluyorum.

Bununla kaba bir devletçiliği savunuyor değilim, günümüzde devlet eliyle yürütülen savunma sanayinde ve ne kadar eleştirilirse eleştirilsin TOKİ eliyle yapılan faaliyetler de kamu yararı adına oldukça başarılı işler yapılmıştır.

Yukarda sayılan nedenlerle, maden kanunun kamu yararından çok, ticari amaç güdülerek düzenlendiğini söyleyebiliriz.Bu nedenle maden hukukunun , kamu yararına düzenlemeler içermesi gerektiğini düşünüyorum.

 

5- MADEN TANIMI

Madenler kanunun ikinci maddesinde beş grup olarak sayma yolu ile zikredilmiştir. Daha sonra “ Bu gruplarda yer alan madenlerin özellikleri ile bu maddede yer almayan bir madenin grubunun tespitine ait esas ve usuller Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” Şeklinde ki bir düzenleme de mevcuttur. Anayasa’da açıkça kanunu düzenleme şartı öngörüldüğü için, yönetmeliğe böyle bir görevin bırakılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde yorumluyorum.

Maden tanımı ile ilgili en ilginç düzenleme ise Pasa, bakiye yığını ve cürufların muhafazası başlıklı 36. maddesinde adı geçen varlıklar maden kanunu kapsamı dışına çıkarılmış olmasıdır.

Her ne kadar maden tanımı yukarda ki şekli ile yapılmış ise de, madencilik faaliyeti (işletme faaliyeti) kanuna göre ancak işletme izni alındığında mümkün olmaktadır. Ayrıca ikinci madde de maden tanımı “ Yer kabuğunda ve su kaynaklarında tabii olarak bulunan, ekonomik ve ticarî değeri olan petrol, doğal gaz, jeotermal ve su kaynakları dışında kalan her türlü madde bu Kanuna göre madendir.” Şeklindedir ve ekonomik ve ticari değer esas alınmıştır. İşletme izni alınamamış bir işletmenin kapsadığı cevherleşme artık maden olmayacaktır. Başka bir anlatımla, işletme izni aşamasına kadar maden vasfında ki bir varlık, işletme izni alınmadığı/alınamadığı durumda, ekonomik ve ticari özelliği olmayacağı için artık maden sayılamayacaktır. Buna rağmen ikinci madde de sayıldığı içinde maden olarak nitelendirilecektir.

Benzer şekilde görünür rezerv tanımı da değişikliğe uğramış “Görünür Rezerv : (Değişik: 4/2/2015-6592/2 md.) Kaynağın üç boyutu ile belirlenmiş olan ve bu boyutlar içerisinde sürekliliği konusunda en az risk taşıyan, jeolojik, madencilik, metalürjik, ekonomik, pazarlama, hukuki, çevresel, sosyal, mali etkenlerin altında ve günün şartlarında işletilebilir kısmı. “ Şeklini almıştır. Bu tanıma göre de işletme izni alınmamış bir cevher varlığını, görünür rezerv bile kabul etmek mümkün olmayacaktır.

Ayrıca bilindiği üzere tuzlar ile kum ve çakıllarda kanun kapsamına alınarak, kapsam genişletilmiş ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Bu nedenlerle, maden tanımı üzerinde tekrar düşünülerek, kalıcı ve bilimsel bir içerik kazandırılmalıdır.

 

6- MADEN KANUNU İNSANLA İLGİLİ OLMALIDIR

Anayasa 168. maddede doğal kaynakların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulundurması ilkesi, halka ait olan bir servet ve doğal kaynağın düzenlenmesi anlamına geldiğini düşünüyoruz. Bu nedenle yapılan her düzenlemenin de kamu yararı içermesi kaçınılmaz bir beklenti olmaktadır. Madenler tüm halka ait olduğu düşüncesinden hareketle, bu nedenle de hüküm ve tasarruf yetkisinin devlette olması gerçeği sonucunda tüm madencilik faaliyetlerinin insanla ilgili olduğu/olması gerektiği sonucuna varılabilir.

Maden kanunun tümü incelendiğinde ekonomik ve ticari kaygıların öne çıktığı, ekonomik ve ticari niteliği üzerinden de kamu yararı sağlayacağı düşünülmüş olabilir.

Ancak insana ait, insanı içeren, insanla ilgili her hangi bir düzenlemeye de rastlamış değilim.

Bunu bir karşılaştırma yaparak, Türk ve Alman maden hukukunun amaç maddelerini karşılaştırarak sonuca ulaşabiliriz.

İlki Türk Maden Kanunu’nun birincisi maddesi:

Amaç:

Madde 1 – Bu Kanun madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler

İkincisi ise Alman Maden Kanunu (2013 yılı değişikliğini içerir)

Amaç

Madde 1.

1. Maden kaynaklarını, bulundukları bölgenin özelliklerine dayalı olarak, arama-bulma, çıkarma ve işleme faaliyetlerini düzenlemek ve destekle­mek suretiyle maden kaynaklarına ilişkin arz güvenliğini sağlamak; re­zervleri, araziye ve toprağa, iktisatlı ve ihtimamlı davranarak korumak.

2.Madende ve madenciler için güvenliği sağlamak.

3.Cana, sağlığa veya üçüncü kişilere ait mallara yönelik tehlikelere karşı tedbirleri takviye etmek ve geliştirmek; zararları tazmin etmek.

Burada da açıkça görüldüğü üzere, iki maden kanunu arasında büyük farklar var. En önemli fark insana ait düzenlemenin olmasıdır. Alman maden kanunu madenciliğin diğer sektörlerden farklı olduğunu ve özel olarak iş güvenliği ile ilgili düzenlemeleri maden kanunun amacı olarak görmüş.

İkinci fark ise çevreyle ilgili sorunları birinci madde içinde değerlendirmiştir.

Türk maden kanunu amaç maddesinde yer alan ekonomik ve ticari değer kavramı ise yok.

Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, Türk maden kanunun en önemli eksiği insana yer vermemesidir.

Geçmiş tecrübelerimizde gösterdi ki insana yer vermeyen, günlük sorunları çözümlemek üzere yapılan düzenlemeler kalıcı olmuyor. Evrensel değerleri içermeyen kanunlarda sürekli değişiklik yapmak ihtiyacı doğuyor.

 

7-SONUÇ:

Bir maden kanunu eleştirisinden çok, maden hukuku oluşturma çabamızda, temel kavramların gözden geçirilmesi amacına yönelik düşüncelerimi açıkladım. Ancak, savunulan düşünceler, yapısal ve köklü değişiklikleri getireceğini ve bunun da oldukça emek ve zaman istediğini biliyorum. Bu tartışmayı başlatabilmek amacı ile kaleme alınmış bu yazımı, tüm maden şehitlerine ithaf ediyorum.

 

Ömrümün yaprakları solmaya başladı. Belki iş güç, hayat koşturmacası! Yürek dolusu sevinçler; iç burkan, kahreden üzüntüler… Hepsi fırtına gibiydi. Şimdi yüreğimde meltemler esiyor. Meltemi bilirsiniz; akşam, gün batımına yakın, hafif hafif başlar, sonra yavaş yavaş hızını artırır, gün batımından bir süre sonra yine yavaş yavaş gücünü tüketir. Denizden yüklediği yosun kokularını dağlara taşır. Sabah gün doğumuna kadar kendini hissettirmez. Gün doğumundan hemen önce, bu kez geldiği yönün tersine, yine yavaştan başlar. Hızlanır. Dağlardan aldığı çam ve kekik kokularını denizin üstüne dağıtır. Sıcak yaz günlerini serinletir. Kokusuz yaz akşamlarına parfümlerini boşaltır. Böyle bir hayatım varken, internetin başında Devlet Opera ve Balesi’nin sayfasına gözüm takıldı. Neden olmasındı? Üniversiteyi bitirmiştim, ancak hiç bale seyretmemiştim! “Guguk Kuşu” adı da ilginç geldi. İnternet sayfasında oyunla ilgili fazlaca bir bilgi yoktu. Sıkıcı da olsa, iki saat değil mi? Dayanırdım. Oyunun yönetmeni İlham Yazar,

“Türlü kurallarla ve baskılarla insanları bir koyun sürüsü gibi görüp onları kişiliksizleştirmeye çalışan sistem ve bunun temsilcileri ile birey olmaya çalışan insanların çatışması”

diye tanımlıyordu oyunu. Oyunu seyrederken dalmışım. Ne kadar da benziyordu hayatımıza. Sabah kahvaltı ,iş, öğle yemeği, iş akşam aynı yoldan aynı trafik keşmekeşi içinde eve gel, akşam yemeği, afyonlanmak üzere televizyon başına buyrun. Afyonun etkisi ile uyuşan, belki de rahatlayan beyinler ve yatağa. Aylığını alınca ufak bir tartışma. Acaba maaşı Sabancıya’mı (Carrefour), yoksa Koç’a mı (Migros) versem… Bu arada az önce yediğim kazandibi de midemde isyana yol açmıştı.Tuvalete gitmeli idim.Midem bile bu oyunu izlememe engel olmak istiyordu. Belki bana “Kalk git, sen meltem rüzgârları ile serinle, burası sana göre değil!” diyordu. Ancak, vücutlarını bir kelebek kadar hafif, ama bir panter kadar güçlü kullanabilen bu insanların daha anlatacak şeyleri olmalıydı? Sahnedeki insanlar bütün kaslarını bu kadar özenle ve uyumlu kullanabildiklerine göre, ben de hiç olmazsa mideme sahip olmalı, onu bastırabilmeliydim. Oyunda hastalar, sistem ve iktidarın kuşatmasını kırmak için oylama yapıyorlardı. “Hayır” demeleri yeterliydi. Ancak bunu diyecek gücü kendilerinde bulamadılar. Hastalar kendilerinin tedavi edildiğini, iyileştiklerini sanarken, zincirsiz bir köle olacaklardır. “Hayır” deme gücüne erişemeyeceğini, en azından şimdi bu kararı veremeyeceğini hissederler. Ancak şimdi verilecek bu karar sonsuza kadar sürer. Çünkü şu anda zamanı değildir, şu anda kendinde o gücü bulamaz. İşte iktidar da bunu işler, güçsüzlüğünü vurgular. Böylece iktidara boyun eğer. Yönetmenin deyimi ile “sebze” gibi yaşamaya devam eder. Hayır, daha fazla dayanamayacağım. Midem çok kötü. Alnımdan terler akmaya başladı. Sırtım sırılsıklam oldu. “Şimdi” derhal çıkmalıydım. Koltukta kıvranıyordum. Ben oyunu seyretmek istiyordum oysa vücudum buna engel oluyordu. Derhal salonu terk etmem gerektiğini söylüyordu. Vücudum beynime uymalıydı. “Hayır” demeyi bilmeliydim. Sahnedekiler hem kendi vücutlarını hem de birbirlerinin vücutlarını olağanüstü kullanıyorlardı. Çoğu hareketlerde yerçekimi yasası işlemiyordu sanki. “Kelebek gibi” derler ya… Evet kelimenin tüm anlamına uygun şekilde kelebek gibi uçuyorlardı. Ortak hareketler ise, bilgisayarda yapılan copy paste gibi kusursuz benzerlikte idi. Finalde oyunun kahramanı, sistemi temsil eden hemşirenin boğazına yapışır ve perde kapanır. Midem rahatlamışdı. Evet yenmiştim. En azından oyunu bitirebilmiştim.Yarı dolu salondaki seyircilerle birlikte beğeni ile alkışladım. Belki de herkesten fazla ben alkışladım. Ülke olarak, oyun kahramanın çektiği acıları da yaşayarak, sistemin boğazına yapışmayı birkaç kez denemiştik. Ama “sebze” olmaktan yine de kurtulamadık demek normal midir? Yoksa “sebze”lerin de yaşama hakkı vardır demeli mi? Guguk kuşu aslında yumurtalarını ispinoz kuşunun yaptığı yuvaya koyarmış. Kendine ait olmayan bu yuvada büyürmüş. İnsanoğlunun da guguk kuşları gibi içlerinde doğdukları ama kendilerine ait olmayan, daha önce kurulmuş sisteme karşı direnç göstermesi normal midir? Yazara sorarsınız, buna en az guguk kuşu kadar hakları var.

 

Bu yazı Anafilya dergisinin 2007 yılı Nisan ayı 70. sayısında yayımlanmıştır. http://www.anafilya.org/go.php?go=7d744602c0c5e

p_2716_o

Yakın yıllara değin atomun, üç değişmez öğeden, proton, nötron ve elektron’dan oluştuğu biliniyordu. Oysa ki son birkaç on yıldır, proton, nötron ve elektronların da bazı daha küçük ve “mezon” adı verilen enerji parçacıklarından oluştuğu saptanmıştır. Bunların proton, nötron ve elektrona göre, daha kısa sürede kararlılık durumundan kararsızlık durumuna geçtiği, kararlılık sürelerinin saniyenin milyonda birinden yüz binde birine kadar değiştiği ifade edilmektedir. Bilgilerine ulaşabildiğimiz medeniyetler de, mezonlar gibi bir görünüp bir kaybol- muşlar. İleri teknolojiyi elinde bulundu- ranlar daha parlak bir yaşam sürmüşler. Çatalhöyük ise, MÖ 7400-MÖ 6000 yılları arasında varlığını 1400 yıl boyunca sürdürmüş bir medeniyet. Anadolu’da en uzun süre “kararlı” olarak kalmış medeniyetlerden biri. Diğer medeniyetler, Hattusas, Frigler, Lidya ve Urartu hiçbir zaman bu kadar uzun süre varlıklarını devam ettirememişlerdir. Anadolu’da yaşayan medeniyetlerin, Osmanlı dahil, ortalama yaşam süreleri (kararlı kalma süreleri) 600 yıldır. O halde Çatalhöyük’ün kerameti nedir? Arkeologlara saygısızlık etmemek şartı ile, Çatalhöyük’ü, diğer medeniyetlerden ayıran en önemli sosyolojik fark, bireyler arasında yaşam biçimi, gelenek, beslenme, giyim, kullanılan alet ve gereçler arasında çok fark olmamasıdır. Eşitlikçi bir medeniyet. Mimari yapı ile toplumsal yapı arasındaki ilişkiyi Nurcan Yalman incelemiş, kamusal binalarla ilgili hiçbir bulguya rastlamamış. Bütün binalar mesken olarak kullanılmış. Kamusal işlevi olan gösterişli binalar yok. Evler birbirine bitişik. Sokak bile yok. Evlere çatıdan giriliyor. Kadınlarla, erkekler arasında beslenme farklılıklarını içeren bir çalışmayı Başak Boz yaptı. Dişlerin aşınması açısından erkeklerle kadınlar arasında hiçbir fark olmadığına karar verdi. İnsan kemiklerinde yapılan “duraylı izotop” verileri de, erkeklerle kadınların beslenmesinde kayda değer istatistik farklılıklara rastlanılmadığını gösterdi. Cinsiyete ilişkin katı toplumsal kurallar konduğuna ait verilere rastlanılmadı. Bütün aykırı örneklere rağmen Ian Hoddler: “Gerek arkeolojik, gerekse gömütlerle ilgili veriler aynı sonucunu verir. Üstelik kamu binaları ve merkezileşmiş törenlerle ilgili bilgiler çok azdır. Gelecekte yapılacak çalışmalarda böyle bulgular elde edilse bile karşımızda büyük ölçüde ev üretimine dayalı bir toplum olduğu gerçeğini değiştirmez.” diyor. Çatalhöyük, yaşıtı olan diğer topluluklardan farklı olarak, her ev obsidiyen işçiliğinin yapıldığı bir mekan. Her evin fırın/ocak ve merdiven girişi yakınındaki oyukta mutlaka obsidiyene rastlanılmış. Bu durum, teknolojik olarak Çatalhöyük’ü diğer medeniyetlerden ileri kılar. Teknolojik olarak ileridirler ve teknoloji bir ailenin, bir sülalenin, ya da yönetici sınıfın elinde ve tekelinde değildir, her ev tarafından paylaşılmaktadır. Teknolojiyi paylaşmak ise “kararlı yapı” oluşturmaktadır. Her evdeki bireyin becerileri arasındaki farksa, teknolojinin gelişimini hızlandırıyor olabilir.

p_2715_i

Obsidyen (Karataş) örnekleri – Prof. Dr. Yıldız Tümerdem’in koleksiyonu. Kars-Ani yöresi Her şeye rağmen, evrende en uzun kararlı yapılar en basit moleküller olan Hidrojen ve Helyum molekülleri. Evrenin ezici çoğunluğu, kütlece, % 73 Hidrojen ve % 25’ i Helyum. Kararlı (uzun ömürlü) medeniyetler oluşturabilmek için herkesin ürettiği ve üretimi kadar tükettiği basit ve sade yaşamlar mı seçmeliyiz? Basit ve sade yaşam, teknolojinin paylaşılması ile beraber, tüketim toplumu yerine, ışık hızına ulaşabilecek gelişim ivmesi kazandırabilir mi? Yoksa Çatalhöyük geleceğimiz midir?

 

Çatalhöyük’te MÖ 7050 ile MÖ 6800 yılları arasında ilk çanak çömlek kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bunlardan ilk olarak pişirme aracı olarak değil, daha çok keçi, koyun gibi küçükbaş hayvanların yağlarını saklamak üzere faydalanılmış. Çanak çömlekler cilalı olmalarına karşılık boyanmamışlardır. Yemek pişirmeyi öğrenmeleri için bize göre şu anda çok uzun gelen bir sürenin geçmesi gerekecektir. İlk çanak çömlekler organik katkılı (karbon bileşimli) olduklarından ateşe dayanamadıklarını söyleyebiliriz. Devamında, seramik çamurunda kum katkısının artırılması ile ateşe dayanıklı hale getirilmiş ve içinde yemek pişirilecek dayanıklılığa ulaşmış olabilir. Bu gelişim MÖ 6500 yılında başlamıştır. Çatalhöyük’te yemek pişirmenin, çanak çömlekte yemek pişirme döneminden önce kilden toplarla yapıldığı rapor edilmiştir. Sonya Atalay bu konu üzerinde çalışmış. Kazılarda, her evde bulunan fırınların hemen yanında gizli bölmelerde orta ve büyük boylarda kil topaklar bulunmuştur. Evlerde yemek pişirilirken kullanıldığı açıkça belli olan yuvarlak topların pek azı boyanmıştır. Kil toplar, en çok koyun ve keçilerden çıkarılan yağların pişirilmesinde kullanılır. En erken tabakalarda ısıtılan kil toplar daha sonra sepete ya da başka bir kaba konarak sıvı yada katı yiyeceklerin pişirmesi sağlanırdı. Isıtılmış kil toplarla ısı geçişi yardımıyla hızlı ve etkili pişirme yapılabilse de topları değiştirip yeniden ısıtmak gerektiğinden, bu işlem başından sonuna kadar gözlemlenmeli idi. Oysa yiyecekleri çanak çömlekte pişirmeye başlamak, pişen yemeğin başında durma gereğini biraz olsun azaltmıştır. Böylece insanlar başka işler yapmaya zaman bulabiliyorlardı. Aynı yakınlığı insanlarla sepetler ve tahta kaplar için kurmak, o kadar kolay olmasa gerek. Böylece insanlar kum katkılı çanak çömleklere güveni artmış ve günlük yaşamında daha çok kullanmaya başlamışlardır. Düdüklü tencerenin bulunması ise 1679 yılında olmuştur. Fransız fizikçi Denis Papin düdüklü tencerede yaptığı ilk yemeğini ise Papin Krallık Cemiyeti üyelerine sundu.

Newton fiziği ile mutlu idik. Kuantum fiziği çıkarttılar. O da yetmezmiş gibi, kaos çözümlemeleri, fraktal geometri yorumları, bulanık mantık modellemeleri karşımıza çıkıyor. Dünyanın etrafı uydu çöplüğüne döndü. Her bölgesi farklı açılardan farklı amaçlar için izleniyor. Bütün bunlara rağmen, meteorolojide en uzun tahmin süresi, uyduların yanında, radarlar, meteoroloji balonları, binlerce meteoroloji istasyonun ilave çözümlerine rağmen, beş günü geçmiyor. Daha uzun süreli tahminler başarısız oluyor. İnsanlığın bütün çabası, geleceği bilmek. Bir varsayıma göre ise, geleceği bilmenin en iyi yolu tarihi öğrenmektir. En zengin tarihi olan coğrafya ise, Ortadoğu’dan sonra Anadolu. Anadolu yerleşmelerinden Çatalhöyük ise, en eski olanlarından ve en çok bilinenlerinden. Andrew Sherratt obsidyen ticareti konusunda çalışmış. İlk değişimin ya da takasın örgütlü ve sürdürülebilir nitelikte, Anadolu ile Levanten bölgesi arasında olduğunu söylüyor. Bir başka ticaret yolu ise Bingöl’den Kuzey Irak’a. Her ikisi de Anadolu kökenli, her ikisi de obsidyen ihracatçısı. Değişimin ya da takasın, örgütlü ve sürdülebilir anlamda tomurcuk verdiği yer ise Çatalhöyük’dür. Her evde bulunan ocağın hemen yanında obsidyen kuyuları var. Obsidyen hem bir değişim aracı hem de o zamanın en büyük teknolojik hammaddesi. Çoğu araç ve gereçler obsidyenden yapılıyor. Deriyi etten sıyırmak, eti parçalamak, av sırasında sivri uçlu aletler için obsidyeni işlemek gerekiyor. Çatalhöyük’te bu işlemler her evde yapılıyor. Yerleşim içinde örgütlenmiş bir zanaatçı yok. Ya da herkes zanaatkâr. Aynı döneme tarihleyebileceğimiz Diyarbakır Çayönü ve çevresinde ki yerleşimlerde de obsidyen işçiliği var. Ancak orada, Çatalhöyük kadar üretim yaygın değil. Çayönü’nde kutsal alanlar, kutsal mekânlar ve T şeklinde oturtulmuş kutsal yapılar var. Muhtemelen de bu durum , obsidyen üretiminin kontrolünü de kutsal kişi veya kurumların denetimine bırakmış olmalı. Çatalhöyük’te ise kutsal alanlar yok, örgütlü bir dinsel ya da kutsal kişiler yok. Bu durum, obsidyen üretiminin, ticaretinin ve değişiminin özgürce yapılmış olmasını sağlamış olmalıdır. Geleceği bilmenin yolu Çatalhöyük’te ki yaşamın daha iyi bilinmesine bağlı olabilir. Önümüzdeki yıllarda yapılacak kazı çalışmaları bizi daha çok heyecanlandıracak sonuçlara gebe.

BAKINIZ: Obsidyen Ticaret Yolları

kapak

Barkod: 9789750236679
Yayın Tarihi: Şubat 2016
Baskı Sayısı:  1
Ebat: 16×24
Sayfa Sayısı: 194
Yayınevi: Seçkin Yayıncılık
Kapak Türü: Karton Kapaklı
Dili: Türkçe

Maden hukuku çok bilinen bir hukuk dalı değildir, fazla kişinin ilgisini de çekmemektedir. Bu nedenle de doktrinde fazla yer almamıştır. Hukuk Fakültelerinde yeteri kadar ilgi görmediği gibi, Maden mühendisliği eğitiminde de ya hiç yer almamakta veya gerektiği önemde işlenmemektedir.

Özellikle, çevre ve insan haklarında ki güncel gelişmeler karşısında maden hukukunun, bu gelişmelere paralel bir değişiklik göstermesi kaçınılmaz gözükmektedir. Bu kitapta “yeni tip madencilik” diyebileceğimiz madenciliğin yolunu açmak üzere yeni bir maden hukuku kavramı oluşturmaya çalışılmıştır.

Kitap, daha çok yargısal faaliyette bulunan üyelerin ısrarı ve teşviki ile çıkarıldığı için, özellikle kavram ve tanımların bu kesime hitap edeceğini düşünülmektedir. İlkeler kısmı ise hem uygulayıcılara hem de kanun yapıcılara yol gösterici olabilir.

Son bölüm ise madenciliğin cefakar emekçileri maden mühendislerine ayrılmıştır.

Bu kitap, 28 yıllık maden mühendisliği tecrübesinin hukuki yorumudur.

Maden Hukukunun Temel Kavramları
Maden Haklarının Tarihsel Gelişimi
Maden Mevzuatımızın Satır Başları
Madencilik Faaliyetlerinin Özellikleri
Maden Hukukunun Özellikleri ve İlkeleri
Devletin Hüküm ve Tasarrufu
Maden Ruhsatına Tanınan Hukuki Ayrıcalıklar
Maden Haklarının Kazanılması
Madencilik Sektöründe Devlet Yardımları
Rödövans Sözleşmeleri
Maden Kanunda İdari Para Cezaları
Maden Ruhsatları İle İlgili Uyuşmazlıklarda Usul Sorunları
Madencilikte İzinler
İdarenin Denetim Görevi
İdarenin Hukuki Sorumluluğu ve Kurul Kararları
Maden Hukukunda Maden Mühendisinin Yeri
İş Kanununda Maden Mühendisinin Yeri

© 2016 Av. Ömer Günay

Avukat ÖMER GÜNAY

+90 536 892 51 45

omerguna@hotmail.com

Kızılay Mah. Necatibey Cad. 19/1 Çankaya - ANKARA